2 Film 1 Kitap

Sonunda izledim: Artist! Biraz geç kalmışım gibi geldi değil mi? Öyle oldu gerçekten ama ne yapalım, ruh halimiz bir türlü siyah-beyaz ve sessiz bir film izleyecek olma fikrine alışıp da ekran karşısına geçmeye hazır olamadı. Sonuçta bizler dört bir yandan uyaran bombardımanı olmazsa kendimizi eksik hissedebileceğimiz bir dünyada yaşıyoruz ve sinemada sessizlik kesinlikle başka bir dünyaya ait bir şey. Ve her ne kadar filmle ilgili hep olumlu yorumlar duymuş olsak da, ekip Oscar'ları silip süpürmüş olsa da biz sıkılabileceğimiz uygun bir gün arayışındaydık bu filmi izlemek için. Ve geçen hafta Pazar akşamı bunun için çok uygundu!

Öncelikle tüm oyunculardan çok o meşhur köpeği merak ediyordum ve bayıldım. :) Film sessiz sinema dönemleri olan 1920'lerde geçiyor. Ama bu dönemin sonlarında, yani sesin duyulmaya başlayacağı yıllarda. Dolayısıyla eski tip sinemada ısrar edenlerin ve değişime ayak uyduramayanların yok olmaya mahkum olduğu bir dönem bu. Sessiz sinemanın usta sanatçılarından George Valentin (Jean Dujardin) işte bu uyumsuzlara örnek olabilecek bir oyuncu. Yeni şöhret genç oyuncu Peppy Miller (Bérenice Bejo) ise tam da yeni nesil sinemanın yüzü olabilecek bir tip. Biri düşüşte diğeri yükselişte olan bu iki oyuncunun nasıl bir orta noktada buluştuğunu merak ediyorsanız bu filmi izleyin. Ama en çok da o dönem sinemasının ruhunu hissetmek ve sektörün -belki de her dönem- acımasızlığını, kimsenin gözünün yaşına bakmadan tüketme eğilimini ve değişim sürecini görmek için izleyin Artist'i. Bir de sevginin ve sadakatin neler başarabileceğini görmek için...

İkinci önereceğim film Çok Gürültülü ve Çok Yakın olarak Türkçeleştirilmiş olan Extremely Loud & Incredibly Close. Filmin baş rollerinde Tom Hanks ve Sandra Bullock var ama bana göre asıl baş rol çocuk oyuncu Thomas Horn. Babasını 11 Eylül saldırısında kaybeden Oskar'ı canlandıran Thomas Horn gerçekten oynadığı karakterin acısını ve keşif seven meraklı yapısıyla ne kadar "babasının oğlu" olduğunu çok güzel yansıtmış. Babasını kaybettikten sonra eşyalarının arasında bulduğu bir anahtarın sırrını çözmek için ipuçları, haritalar ve şifreleriyle işe koyulan Oskar'ın tek amacı bu büyük kayıp duygusunun üstesinden gelmek ve babasıyla bağ kurmaya devam ettiğini hissetmektir. Ve bu süreçte bir sürü duygusal deneyim de yaşar. Belki de bunlardan en önemlisi daha mesafeli durduğu annesiyle arasında kurulan bağ olur. 

Ben filmi çok sevdim. 11 Eylül olayının etinden sütünden faydalanmaya yönelik, sömürü dolu bir film değil ama geride kalanların hislerini ve kaybetmenin yarattığı boşluk duygusunu çok güzel vermiş. O yüzden insanı hüzünlendiren bir tarafı var elbette. Bir de bir baba için buradaki baba karakteri gibi bir baba olmak ne büyük bir manevi başarıdır diye düşündüm izlerken (anne de fena değildi ama baba gerçek bir babaydı, filmdeki birkaç dakikalık varlığı bile yetti bunu anlamamıza). Bence izleyin. Yönetmen Stephen Daldry'nin The Hours, The Reader ve Billy Elliot filmlerinin de yönetmeni olduğunu hatırlatıyorum son olarak. 

Kitap olarak da gönül rahatlığıyla önermeyeceğim, kendim de henüz okumayı bitirmediğim (ve ara sıra bölüm bölüm okumaya karar verdiğim) ama varlığından haberiniz olsun istediğim bir kitap var sırada. Belki dikkatinizi çekmiştir, bir süredir sağ sütundaki "Okuyorum" bölümünde duruyordu: Tolstoy'un Tanrı'nın Egemenliği İçinizdedir. 2005'te yazılışının üzerinden 100 yıldan uzun bir süre geçtikten sonra Türkçeye çevrilen bu kitapta Tolstoy'un dine bakış açısını göreceksiniz. Sade, gösterişsiz, ahlak ve vicdan temelli ve şiddetten uzak bir din anlayışına sahip olan Tolstoy şiddeti ve savaşı meşrulaştıran ve öldürmeye onay veren  kilise Hıristiyanlığı'nı "dünyanın en yozlaşmış dini" olarak tanımlayarak Kilise'yi Hıristiyanlık karşıtı bir kurum olarak gördüğünden bahsediyor. Anlayacağınız sadece Hıristiyanlık ve o günün dünyasına değil bugünün dünyasında var olan din temelli şiddet ve sömürü düzenlerinin tamamına uyarlanabilecek eleştiriler var bu kitapta. 

Tolstoy bu kitabı 1893'te tamamlamış. Rusya'da kitabın el yazması kopyaları dolaşırken bir yıl sonra Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere'de kitap basılmış. Din ve devlet otoritelerinden yoğun tepkilerle karşılaşan Tolstoy, 1901 yılında Rus Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilmiş. Bir oturuşta bitirmenin zor olduğu, bir köşede durup altı çizilerek, notlar alınarak okunacak kitaplardan biri bana göre. İlgilenenlere tavsiye ederim.   

Sırada harika bir oyun var.
Hepinize iyi haftalar..

Hiç yorum yok: