Tatilden döndüğümüzden beri üç film izledik. Tıpkı kış dönemlerinde olduğu gibi bugünlerde de akşam saatlerinin vazgeçilmezi film izlemek oldu İstanbul'da. Hafta arası, sıcak yaz gecelerinde klimayı açıp, ışıkları kısıp, dokuz ile on bir arası meyve ve çerez eşliğinde bir film izlemek keyifli oluyor, tavsiye ederim. Gerçi keyif kaçıran filmler de olmuyor değil! Hepsinden kısa kısa bahsedeceğim, merak etmeyin..
İlk olarak İKSV'nin İstanbul Film Festivali'nde de gösterilmiş olan Las Acacias'tan başlayalım. Bir kamyon şoförü, Paraguay'dan Buenos Aires'e giderken bir tanıdığının gönderdiği bir kadın ve bebeğini de kamyonuna alıyor. Önlerinde 1,500 km yol var. Başlarken İso "konusu neymiş?" diye sormuş, ben de "bakmadım, festival zamanında çok duymuştum, ödüllü bir festival filmi işte" demiştim. Filmde adam, kadın ve bebeğini yoldan alıp 20 dakika boyunca iki kelime konuşmadan kamyonda tıngır mıngır gitmeye başlayınca yerinde kıpırdanmaya başlayan İso'cum "bu filmi tek ödül kesmez, üç-beş ödül almıştır, hatta jüri özel ödülleri falan da almıştır!" demeye başladı. :) Gerçekten de şimdi bakınca görüyorum ki Cannes, İngiltere, Kiev, Bratislava, Mumbay (jüri ödülü) gibi pek çok yerde ödül almış film. Şahsen bende kendimi kamyon yolculuğundan çıkmış gibi hissetmek dışında bir etki uyandırmadı. Evet, adam ve kadın ile çocuğunun arasında geçen birkaç konuşma, kurulan bağ, zaman içinde oluşan sıcaklık, duygular falan iyi hoş da bizimki de can yahu! Ben söyleyeyim, bu film bir tek çevirmeninin işine yaramıştır.. Bir film fiyatına beş-on kısa cümle çevir bitsin, oh ne güzel.:) İzleyene mani olmayayım, ama biz çekik gözlü velet hariç filme pek bayılmadık.
İzlediğimiz ikinci film Marilyn İle Bir Hafta. Bence Marilyn Monroe'dan nefret etmek istiyorsanız izleyebilirsiniz. 1950'lerde 23 yaşında genç bir adam olarak sinema sektöründe yer edinmek adına "ne iş olsa yaparım" mantığıyla yapım şirketlerinin kapısında yatıp kalkan Colin en sonunda harika bir fırsat yakalar. Mariyln Monroe'nun son filminin bir kısmı İngiltere'de çekilecektir ve Colin de set asistanlarından biri olarak sete kabul edilir. Colin o bir hafta boyunca birçok yerde Marilyn'e asistanlık yapar ve eşlik eder. Filmde de Colin'in gözünden Marilyn Monroe ile geçen o hafta anlatılıyor. Detaylı bir biyografik film beklemeyin yani, bir kesit sadece...
Michelle Williams, Marilyn rolünde gerçekten çok başarılı. Ama Marilyn karakter olarak bir hafta bile çekilecek gibi değil yahu! Yordu beni kadının dengesizliği, güvensizliği, hastalıklı güzellik takıntısı, kaprisi, sevgi açlığı, bağımlılığı, ruhsal dalgalanmaları. Marilyn'e ekstra hayranlık duymaz ve bu tür özelliklerini bilirdim ama bu filmle birlikte "hakkında daha derinlemesine bilgi edinilmeyecekler" listesinde de ön sıralara yerleştirdim kendisini. Ama filmdeki kostümler ve dekora da bayıldım diyebilirim. Dönem giysileri, Marilyn giysileri, arabalar, dekorasyon, dönemin İngiltere'sinden görntüler falan bir harikaydı. Keyifle izlenebilir bir film bana göre..
Son olarak sırada yana yakıla arayıp bulduğum, daha filmdeki ilk cümlede "bu hikayeyi tanıyorum ben, biz bunun oyununu izlemiştik" dediğim ve ikinci cümlede ise "İso hatırladın mı Vahşet Tanrısı bu!" diye heyecanla kocamın filmle ilgili heyecanını sıfırladığım Carnage var. Oyunu sevdiğimiz kadar tiyatro oyunundan uyarlanmış bu tiyatro tadındaki filmi de çok sevdik. Bir Roman Polanski filmi olan Carnage, Acımasız Tanrı olarak Türkçeleştirilmiş. Konusu ve yazarı ile ilgili bilgileri Vahşet Tanrısı linkinden okuyabilirsiniz diye detaya girmiyorum ama tek mekanda geçmesine rağmen çok keyifli bir metin ve harika oyunculuklar içeren bu filmi izlemenizi kesinlikle öneriyorum. Kate Winslet'a da bayılırım ama bu filmdeki favorimin açık ara Jodie Foster olduğunu da söylemem gerek. Erkek oyuncular da gerçekten çok başarılılar. Diyorum ya, tiyatroyu evinize getiren bir film bu! Okulda çocukları birbirleriyle tartıştığı için onları uzlaştırmak ve çözüm üretmek için bir araya gelen medeni, eğitimli, yetişkin iki anne-babanın bir araya geldiklerinde işlerin yoluna girip girmeyeceğini merak ediyor musunuz? O zaman bu filmi kesinlikle izleyin. Çocukların mı yoksa ebeveynlerinin mi daha "normal" ve "yetişkin" olduğuna kendiniz karar verin. :)
Şimdiden iyi seyirler..
Son olarak sırada yana yakıla arayıp bulduğum, daha filmdeki ilk cümlede "bu hikayeyi tanıyorum ben, biz bunun oyununu izlemiştik" dediğim ve ikinci cümlede ise "İso hatırladın mı Vahşet Tanrısı bu!" diye heyecanla kocamın filmle ilgili heyecanını sıfırladığım Carnage var. Oyunu sevdiğimiz kadar tiyatro oyunundan uyarlanmış bu tiyatro tadındaki filmi de çok sevdik. Bir Roman Polanski filmi olan Carnage, Acımasız Tanrı olarak Türkçeleştirilmiş. Konusu ve yazarı ile ilgili bilgileri Vahşet Tanrısı linkinden okuyabilirsiniz diye detaya girmiyorum ama tek mekanda geçmesine rağmen çok keyifli bir metin ve harika oyunculuklar içeren bu filmi izlemenizi kesinlikle öneriyorum. Kate Winslet'a da bayılırım ama bu filmdeki favorimin açık ara Jodie Foster olduğunu da söylemem gerek. Erkek oyuncular da gerçekten çok başarılılar. Diyorum ya, tiyatroyu evinize getiren bir film bu! Okulda çocukları birbirleriyle tartıştığı için onları uzlaştırmak ve çözüm üretmek için bir araya gelen medeni, eğitimli, yetişkin iki anne-babanın bir araya geldiklerinde işlerin yoluna girip girmeyeceğini merak ediyor musunuz? O zaman bu filmi kesinlikle izleyin. Çocukların mı yoksa ebeveynlerinin mi daha "normal" ve "yetişkin" olduğuna kendiniz karar verin. :)
Şimdiden iyi seyirler..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder