Paula & Günlerin Getirdiği

Tatil kitaplarım aşağıda duruyor. Bu kez Isabel Allende'nin genç yaşta porfiri hastalığı nedeniyle ölen kızının öyküsünü anlattığı Paula ve genel olarak ailesiyle ve kendi yaşamıyla ilgili yazdığı Günlerin Getirdiği romanlarını okudum. Büyükannesi ve büyükbabasının öyküsünü anlatan Ruhlar Evi'ni de izlemiştim. Dolayısıyla artık Isabel Allende'nin dedesinden torununa, eski gelininin şimdiki lezbiyen ilişkisinden, ölen kızının kocasının yeni doğan ikizlerine, şimdiki kocasının kaybolan uyuşturucu bağımlısı kızına kadar ailesinin her üyesini kendi ailemden daha iyi tanır kıvama geldim bu iki kitapla birlikte. 

Paula'yı beğendim, ama Günlerin Getirdiği'nden aynı tadı alabildiğimi söyleyemem. Aile zaten ilginç ve anlatım dili güzel ama galiba yazarı daha iyi tanıdıkça onun kişiliğinin bazı yönlerine gıcık olmuş olabilirim. Müdahaleci babaanne halleri, oğlunun yeni eşiyle ilişkisini bozmak pahasına eski eşiyle görüşmeye devam etmesi, kendine güvensiz halleri, bazı yerlerde bencilliğini fazlaca ortaya dökmesi, vs. Buna doğallık, samimi itiraflar da diyebiliriz, ama bunların "kontrollü" olanı aynı etkiyi yaratmıyor bana göre. Sanırım Nermin Bezmen'den soğuduğum aynı nedenden dolayı biraz soğudum kendisinden. Geçer, panik yok, ama bundan sonra kişisel yaşam öykülerini okurken iki defa düşünmeliyim. (Kendim de blogda çok fazla kişisel yazı yazmamalıyım. Yoksa artık çok mu geç? :) )

Neyse. Paula ile başlayalım. Gerçekten çok acı bir hikaye ve zorlu bir süreç (yaklaşık bir yıl bitkisel hayatta kalan kızı) yazarın yaşadığı. 28 yaşında, özgür ve yardımsever bir ruh olan evli kızı Paula'nın basit bir soğuk algınlığı ile başlayan hastalığının ne aşamalara geldiğini anlatıyor. Kızının yanındaki yatakta yatan bir hasta yakınının dediği gibi: "koma hali rüyasız bir uyku, insan hayatında gizemli bir parantez." Ve ne yazık ki bu kez parantezden sonra hikaye devam etmiyor. Hastanede kızının başında beklerken terapi niyetine yazmaya başladığı notlar, daha sonra bir kitap haline getirilmiş. O süreç boyunca yazarın hissettikleri, yaşananlar, Paula'nın kocasının çektiği acı, bir yandan iyi niyetli çabalar öte yandan özensizlikler, ihmaller, her şey çok güzel anlatılmış. Okumanızı öneririm.  


Zaman zaman Paula'ya seslenerek yazdığı Günlerin Getirdiği sayesinde tanıdığım aile üyeleri arasında en sevdiğim karakterlerden biri Ramon Amca oldu. Yazarın annesinin ikinci eşi, yani üvey babası (ama hemen hemen hiç tanımadığı öz babasından çok daha sevgi dolu ve ilgili bir baba). Isabel Allende bir yerde şöyle demiş:

"Ramon Amcam bana hayat için en yararlı donanımı vermiştir: iyi olanı hatırlamak için seçici bir bellek, şimdiki zamanı mahvetmemek için mantıklı bir ihtiyat ve geleceğe bakabilmek için etrafa meydan okuyan bir iyimserlik." (Bu açıdan Ramon Amca'yı biraz İso'cuma benzetmedim desem yalan olur. Hımm, uzun zamandır telefondaki ismini değiştirmemiştim İso'cumun, bir süre Ramon mu yapsam acaba? :))

Yazar, kitabın bir yerinde yazı yazmanın hokkabazlık gibi bir şey olduğunu söyleyerek şapkanın içinden tavşanlar çıkarmak yetmez, bunu zarafetle ve inandırıcı bir şekilde yapmak gerekir diyor. O anlamda başarılı bir hokkabaz olduğunu söyleyebilirim. Çünkü kitapları zevkle okunuyor, karakterleri harika tanıtıyor (o kadar ki ailedeki karakterlerin hepsini yolda görsem tanıyabilir, onlara beğenecekleri bir hediye falan seçebilirim), hikayesi de genellikle ilgi çekici oluyor. 

Yazarın kitaplarının en sevdiğim yanlarından biri de Şili'deki siyasi düzen, din ve ahlak kurallarının toplum üzerinde kullanılış biçimi ve sosyal yaşam hakkında verdiği bilgiler. Örneğin, anaerkillik safsatası! Yazara göre kadınlar "...sadece evlerinin dört duvarı arasında söz sahibidirler. Erkekler ise siyasal ve ekonomik iktidarı, kültürü ve görenekleri denetim altında tutarlar, yasaları yapıp onları gönlünce uygularlar; toplumsal baskılar ve yasal kurgu, fazla ileri giden kadınları yola getirmeye yetmediğinde de, yadsınamaz ataerkillik damgasını taşıyan din girer işin içine. Bu durumun bağışlanamaz bir yanı da, girişken oğullarla uysal kızlar yetiştirerek bu sistemi sürdürüp güçlendirme işini bizzat anaların üstlenmiş olmasıdır. Oysa bu işi başka türlü yapmak üzere aralarında anlaşabilmiş olsalardı, bir kuşak yetişecek sürede maçoluğun kökünü kazıyabilirlerdi." Fazla yabancısı değiliz bu sistemin değil mi? Son iki cümleye de o kadar katılıyorum ki, her zaman kadınların izin verdiğini düşünmüşümdür bu düzenin böyle sürmesine.  

Günümüzdeki din anlayışı ile ilgili de bir alıntı yapayım:

"...insanlar Tanrı'yı alıp kaçırdılar. Yüzyıllar boyunca nasıl olup da ayakta kalabildiklerini ve hâlâ da nasıl yayıldıklarını anlayamadığım saçma sapan birtakım dinler yarattılar. Amansız dinler bunlar, sevgiyi, adaleti ve hayırseverliği telkin ediyorlar, ama bunları kabul ettirebilmek için şiddete başvuruyorlar. Bu dinlerin en önde gelen kişileri, insanları yargılıyor, cezalandırıyor, neşenin, zevkin, merak duygusunun ve hayal gücünün karşısında kaşlarını çatıyorlar. Benim kuşağımdan pek çok kadın kendimize uyan bir maneviyat yaratmak zorunda kaldık, çünkü ataerkil tanrılar bize göre değil: onlar erkeklerin isteklerinin ve günahlarının kefaretini bize ödetiyorlar."

Sırf bu düşüncelerini dile getirmesinden dolayı bile bence kocaman bir "eline sağlık"ı hak ediyor Isabel Allende. Bu arada az önce öğrendim ki bugün de kendisinin doğum günüymüş. İyi ki doğmuş ve nice yaşlara..:) Henüz tanışmadıysanız kitapları arasında hâlâ en favorilerimden biri olan Aşktan ve Gölgeden ile ilk adımı atmanızı öneririm.

Haftaya yine buralarda değilim. Hayırlı bir iş için Ankara'da olacağım. Beni özleyin olur mu? :)
İyi hafta sonları..

2 yorum:

oyunlar dedi ki...

süper kitaptır .

Teşekkürler .

Imge dedi ki...

Oyunlar,

Rica ederim.. Sevgiler..