Geçen hafta Perşembe günü yine dopdolu bir gündü. Önce Nişantaşı Valikonağı'nda bulunan Hobi Sanat Galerisi'nde 23 Ekim'e kadar gezilebilecek olan Vinyet'ler sergisini gezdim. Çok yönlü bir sanatçı olan Mevlut Akyıldız'ın esprili yağlı boya çalışmalarını çok sevmiştim. Bu kez sanatçının farklı çalışmaları bizi bekliyor: vinyetler. Vinyet, etiket anlamına geliyor. Sözlük tanımı ise ‘Herhangi bir obje için üretilmiş etiket resimleri, bir kitabın sayfalarını süsleyen başlık, süslü harf gibi motif.’ Bu etiketler arasında neler yok ki; sabun etiketleri, şarap etiketleri, CD ya da kitap kapakları, vs gibi pek çok vinyet Hobi'de sizi bekliyor.
Fotoğraflar ne yazık ki hiç harika değiller, çünkü bunlar tahmin ettiğiniz üzere ufacık tefecik şeyler ve bir de üstüne minik ve ışıklı bir ortamda normal camın ardında sergilendikleri için parıl parıl parlıyorlar. Her fotoğrafta fotoğraf makinemi de görmeniz mümkün o yüzden.:) Ama olsun, en azından nasıl bir beklentiye sahip olmanız gerektiği ile ilgili size bir fikir vermesi için yine de onları bu yazıya koymak istedim. Yaşamın ciddiyetine eğlence katmayı büyük bir başarıyla becerebilen Mevlut Akyıldız'ın vinyetlerini de çok sevdim. Ama yağlıboyaları favorim olmaya devam ediyor. Bu arada şimdi fark ettim: Hobi Sanat Galerisi'nin yukarıda verdiğim linkinde de vinyetlerin tamamını bulabilirsiniz. Resimleri oradan indirip yeni bir kolaj yapmakla uğraşmayayım şimdi, olur mu? :)
Buradan çıktıktan sonra biraz alışveriş yapıp üzerinde de Caffe Nero molası verdim. O gün sonbahar bugünkü kadar hissedilmiyordu ve ben tişörtle dolaşıp, duble kahveli frappe latte hüpletmekten zarar gelmez diye düşünmüştüm. Yanlış düşünmüşüm. Ondan mı yoksa akşamına açık havada içtiğimiz buz gibi rose'lerden mi, yoksa hafta sonu boyunca maçlarla tükettiğimiz buz gibi biralardan mı oldu bilmiyorum ama sezonun ilk soğuk algınlığı kapıdan içeri girdi bile!
Neyse, dönelim o Perşembe gününe, daha doğrusu akşamına. Artık elimdekileri İso'nun ofisine bırakma ve üstümdeki tişört ile altımdaki düz ayakkabıyı gömlek ve topuklu ayakkabı ikilisiyle değiştirmek suretiyle akşama hazırlanma zamanı. Akşam yaz boyunca buluşamadığımız (en son 14 Haziran'da bir partide görüşmüşüz, vay be, zaman nasıl akıp gidiyor!) Ebru&Mete ikilisiyle yemek yiyeceğiz. Mekan olarak da adını çok duyduğum ama ekstra bir İtalyan merakım olmadığı için şimdiye kadar keşfetmemiş olduğum PiPa'yı seçmiştik. İyi ki de seçmişiz çünkü Süleyman Nazif Sokak'ta bulunan PiPa'ya bayıldım. Gerçekten çok geç bir keşif olduğunu fark ettik biz kızlar, zira erkekler daha önce birkaç kez gelmişler.
Öncelikle o ara sokakta o kadar ferah ve kocaman, hem spor hem şık, koyu renklerle dekore edilmiş ama iç karartmayan böyle bir ortam bulmayı beklemiyordum. Menüsü, servis kalitesi, şarap seçenekleri de harikaydı. Yediğimiz her şey inanılmaz lezzetliydi. Ortaya Napoli'den getirtilen özel pizza fırınlarından çıkmış harika bir pizza, mozzarella ve yufkaya sarılarak kızartılmış enginarlardan söyledik. Sonra herkes kendine bir makarna seçti. Tabi ki benim kırmızı şarap soslu raviolim en güzeliydi! :) Şaka bir yana, hepsi birbirinden lezzetli yemeklerimizi de afiyetle yedikten sonra gecenin kalanına rose şaraplarımızla birlikte mekanın minik bahçesinde ayakta devam ettik. Sohbet o kadar keyifliydi ki mekanı resmen bizim kapatmakta olduğumuzu "bardan istediğiniz başka bir şey var mı?" diye sormaya gelen servis elemanı sayesinde anladık! Şehir sezonu açıldığına göre arayı daha fazla açmamaya karar vererek pizza&pasta diyarı PiPa'dan ayrıldık. (Bir dahaki gidişimde Nutellalı pizzayı denemek istiyorum bu arada, kesin! Biraz aklım kalmış olabilir.:))
Fotoğrafları PiPa'nın web sayfasından aldım. Üstte gördüğünüz o şaraplarla dolu ahşap raflardan oluşan koridoru geçtikten sonra alttaki fotoğrafta gördüğünüz ortam sizi karşılıyor. Ben bu İtalyan'ın her şeyini çok sevdim. Siz de henüz tanışmadıysanız mutlaka gidip tanışın derim.
Ciao! :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder