Bu hafta izlediğimiz iki filmden ilki ve çok güzel olanı Anna Karenina'ydı. Daha önce kitabı okunmuş, tiyatrosu izlenmiş, hikayesi ezbere bilinen Tolstoy'un bu muhteşem klasiğini bir de beyaz perdede izleyelim dedik. Herhalde hiçbir uyarlamasını izlemekten sıkılmayacağım bir hikaye bu. Senaryo uyarlamasını Tom Stoppard, yönetmenliğini ise Joe Wright'ın yaptığı bu filmdeki tiyatro havasına bayıldığımı söylemeliyim. Sahne geçişleri, müzikler, kostümler ve koreografisiyle adeta bir masalın içine girmiş gibi hissettim kendimi. Keira Knightley'ye bayılırım, o yüzden belki de torpilli not veriyorumdur ama Anna Karenina rolünün üstesinden çok iyi geldiğini düşünüyorum. Kont Vronsky karakteri için seçilen Aaron Taylor-Johnson da cuk oturmuştu rolüne. ("Gıcık, Behlül kılıklı bencil ve korkak aşık! Sinir olurum böyle erkek tipine. Kadın bin tane şeye göğüs gersin, meydan okusun, bizimki gık çıkarmadan mahalle baskısına boyun eğsin. Anna'nın aşkını hak etmedin sen Vronsky, ama olan Annacığıma oldu tabi," diyerek en alaturka halimle kadınlar günü dedikodusu kıvamındaki yorumumu da ekleyeyim buraya. :)) Aldatılmasına rağmen asil bir duruş sergileyen Alexei Karenin rolündeki Jude Law da her zamanki gibi çok başarılıydı ama her zamanki gibi yakışıklı değildi ne yazık ki. (Nasıl kıydınız güzelim adama, nasıl o hale getirdiniz onu yahu? Hele bir de kafasına bere geçirdiği, cüppe gibi bir şey giymiş, soluk benizli, çember sakallı hali vardı ki bir an için kendisini bir Rus malikanesinde değil de elinde tespihle Fatih, Çarşamba sokaklarında dolaşıyormuş gibi hayal ettim gözümde. Yapmayın yazıktır, adam zaten aldatılan koca rolünde. Bir de bu hale getirmeye gerek var mı?) Neyse efendim, uzatmayayım. Sonuçta kitap uyarlamaları zordur, çoğu aynı tadı vermez, eksik kalır. Klasik uyarlamaları daha da zor olsa gerek. Ama bunun çok başarılı bir uyarlama olduğunu düşünüyorum naçizane. Bitmesin istenen, damakta acıbadem kurabiyesi tadı bırakan, gerçek bir görsel şölen... İzlemenizi, mümkünse de sinemada izlemenizi tavsiye ederim.
Bir film daha izledik bu hafta ama şimdi Anna Karenina'dan sonra yazmaya bile değmez buluyorum. Yine de Morgan Freeman hatırına kısacık bahsedeyim. Zaten onun hatırına izlemiştik. Karısını ve yazma şevkini kaybetmiş, alkolizmin eşiğinde, engelli bir yazar Wildhorn (Morgan Freeman). Yazı geçirmek için deniz kıyısındaki küçük bir kasabada ev kiralıyor. Yan komşusu da üç çocuğuyla birlikte yaşayan bekar bir anne (Virginia Madsen). İşte bu annenin ve çocuklarının yazara yeniden yazma ve yaşam ilhamı vermesini konu eden, ne zaman ne olacağını çok iyi tahmin edebileceğiniz, çıtır çerez filmlerden biri bu da. Bana katkısı ne oldu derseniz: Morgan Freeman'in 75 yaşında olduğunu öğrenmek ve artık yaşını göstermeye başladığını, filmlerde kolaya kaçmayı tercih ettiğini fark etmek oldu. Bir de Virginia Madsen'ın 51 yaşında olduğunu şoke olarak öğrendim, çünkü yaşını hiç göstermeyen ve yaşına göre çok güzel bir kadın. Gördüğünüz üzere filmden son derece alakasız çıkarımlarda bulunmuşum. Oyunculuk olarak da en çok ortanca kızı canlandıran Emma Fuhrmann'ı beğendim. Çok bol vaktiniz varsa ve ne yapsam diye düşünüp taşınıp hiçbir şey bulamıyorsanız, bari boş geçirmeyin diye izleyin diyebileceğim bir film. Yoksa izlemeseniz de olur, bir şey kaçırmazsınız.
Hepinize iyi hafta sonları...
3 yorum:
Bu yazı üzerine Anna'ya çok gidesim geldi:)
Ayy İmgeciiim çok şekersin, hiç böyle Anna Karenina yazısı okumamıştım, acayip yerinde tespitler, (Behlül ve Fatihin cübbeli gezeni nasıl yakıştırmışsın),
Ben de bayıldım bu filme ve perdeye aktarılış yöntemine, bir tiyatro hayranı olarak sahnenin en mahrem yerlerinde dolaştık bu da bir ilseyici için gizemli bir yolculuk oldu bana:)
Muzurella,
E hafta sonu da geldi? :) Kaçırma derim, sevgiler..
Sinemcim,
Teşekkürler..:)) Biraz kaptırdım kendimi sanırım yorum yaparken, zira Jude Law'dan girip Fatih'ten nasıl çıktım ben de bilemedim bir an.:) Ama filme gerçekten bayıldım..
İyi hafta sonları..
Yorum Gönder