Sefiller ve Yedinci Gün

Her ikisini de yazmak için geç kaldım, farkındayım. Ama n'apalım, kısacık da olsa ikisi hakkında da fikrimi belirtmezsem olmaz. Önce Sefiller

Bu yılın başında tanıtım videosunu görür görmez heyecanla beklemeye başladım  bu Victor Hugo'nun başyapıtı sayılabilecek romanından yapılan uyarlamayı. Nasıl beklemem? Romanı severek okumuşum. Oyuncular arasında Russell Crowe, Hugh Jackman ve Anne Hathaway var. Müzikal bir film. Ve yönetmeni ise King's Speech'ten tanıdığımız Tom Hooper. Daha ne olsun? Uyduruk bir suç nedeniyle kürek mahkumu olan, ancak sonra iyi yürekli bir rahibin kendisine karşı sergilediği hoşgörülü davranışlı hayatının dönüm noktası olarak belirleyerek çalışkan, iyi, dürüst ve ahlaklı bir adam olmaya karar veren Jean Valjean rolüyle Hugh Jackman favorim oldu. Onun hem eski hem yeni hayatındaki bir numaralı baş belası olan polis şefi Javert rolündeki Russel Crowe da çok başarılıydı. Filmdeki favorilerimden minik Cosette'in annesi Fantine'i oynayan Anne Hathaway kısacık rolüne gitmişti bana göre. Cosette'in bakımını üstlenmiş olan çıkarcı ve üçkağıtçı ailenin işlettiği pansiyonda geçen sahnelere bayıldım. Toplumsal hayata da ışık tutan bir roman Sefiller. Dönem Fransa'sını ve o yıllardaki toplumsal hayatın sorunlarını anlatan bir eser. Ve eserin bu özelliği de filme çok güzel yansıtılmış. Başarılı dekor ve kostümlerle de daha güçlü bir etki yaratılmış. Sonuç olarak merakla beklediğime değen bir film oldu benim için. Biraz uzun ve karanlık bir film olduğu için izlediğiniz saati iyi seçmeniz şartıyla herkese tavsiye ederim. 

Kitap önerim ise İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün'ü olacak. Puslu Kıtalar Atlası ve Suskunlar kadar keyif alamamış ve okurken zaman zaman kopmuş olsam da yine beni bambaşka masalsı diyarlara götürdüğü için okuduğum İhsan Oktay Anar romanı. Yeterince keyif alamamış olmamın nedeni de bir hikaye bütünlüğü olmamasıydı sanırım. O kadar ki şu an bile kitabın ne anlattığını anlat deseniz anlatamam size. Yine de yazara ithafen "sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir" şarkısını söylüyorum.:)

Beni masalsı diyarlara götüren bölümlerini sevdim kitabın demiştim değil mi? Mesela, "zamanın röntgen cihazının mümin hanımlara tehlike arz edebileceğini düşünen bir terzinin hayır olsun diye kurşunla zırhlanmış feraceler dikmesi ve bu ağır elbiselerle mesire yerine gitmek için Yemiş İskelesi'nden kayığa binen beş kadının denize gömülüvermesi" hikayesi. Ya da "Cenab-ı Hakk'ın vahyini icat ettiği ahizeyle müminlere iletmek üzere şehirde eterle uyutulup camiye getirilerek ahizeye bağlanan ilk şeyhin kafasının 30.000 volt ve 145 amperle kömürleşmesi" hikayesi. Ya da ne bileyim "üniversitenin İdrisoloji Kürsüsü" kavramı falan da bana keyif verebiliyor. Yani bu kitabı herkese önermem, ama İhsan Oktay Anar severlere "bir bakın bakalım" derim.

İyi haftalar hepimize...



2 yorum:

Satır Arası dedi ki...

Merhaba, iyi haftalar size de.
Film izlenecek filmler listemde var öne çekicem sanırım bu güzel yorumlardan sonra.
Bende İ.O. Anar'ı çok severim ve dediğiniz gibi bazı kitapları çok enteresan. Konusu neydi diye sorduklarında kem küm ederek anlatabiliyorum ve sonrada seviyorsan oku derim diyorum.
Suskunlar kitabı bir harikaydı.

Imge dedi ki...

Gülşah,

İhsan Oktay Anar, dediğin gibi önermek için biraz riskli bence de. Ama bu kitaba Puslu Kıtalar Atlası ve Suskunlar kadar bayılmadığımı bir kez daha altını çizerek belirteyim..:)

Sevgiler..