Son İzlenenler

Woody Allen film çeker de biz koşa koşa gitmez miyiz? Tabi ki gideriz. Blue Jasmine'e (Mavi Yasemin) de hemen ilk hafta sonu gittik. Bu kez San Francisco'da geçen hikaye Jasmine'in (Cate Blanchett) etrafında dönüyor. Kocası Hal (Alec Baldwin) hapishanede kendini öldürdüğü için aile düzeni bozulan Jasmine, New York'tan ve oradaki şaşalı yaşamından ayrılarak iki çocuğuyla birlikte son derece mütevazı bir hayat, hatta bir yaşam mücadelesi sürdürmekte olan San Francisco'daki üvey kız kardeşinin yanına geliyor. Jasmine'in antidepresan bağımlısı ve sık sık kendi kendine konuşan, benmerkezci, arızalı bir karakter olduğunu onu görür görmez anlıyoruz. Nedenlerini ise filmin geçmişe dönerek Jasmine ile Hal'in hayatlarından bazı kesitlere göz attığı bölümlerinden anlıyoruz. Pırıltılı bir yaşam için her yol mubah anlayışıyla iş ve özel yaşamdaki etik açıdan problem yaratabilecek pek çok şeyi çözmek yerine o an işine öyle geldiği için görmezden gelerek sürdürülen yüzeysel ve etiket odaklı bir yaşamın devamının nasıl olabileceği ile ilgili çok güzel fikir veren bir öykü bu. O göz alıcı hayata gözlerinizi açarak, iyice bakabilirseniz çıkarılacak çok dersler var. Jasmine yaşadıklarından ders çıkardı mı, yoksa nato kafa nato mermer kaldığı yerden devam mı ediyor, izleyip görünüz, derim. yine çok güzel bir Woody Allen filmi olmuş. Cate Blanchett ise Jasmine karakterinde inanılmaz başarılı bir oyunculuk sergilemiş. En büyük alkış ona.  

Gelelim ikinci önerime: The Hunt. 2012 Danimarka yapımı bu harika filmin Türkçesi için Onur Savaşı uygun görülmüş. Filmi izledikten sonra anlam olarak bu ismin hiç de fena olmadığını düşünüyorum. Ama kapanışındaki "av" sahnesindeki ince mesajın güzelliğini dikkate alarak yine de filmin adının birebir çevirisi yapılmalıymış diyorum. Anaokulu öğretmeni olan Lucas (Mads Mikkelsen), okulundaki çocuklardan birinin gerçekten de çocukça bir yalanı yüzünden kendini saçma sapan bir suçlamayla karşı karşıya bulur. Yaşadığı kasabadaki arkadaşları, sevgilisi, anaokulundaki diğer öğretmen arkadaşları, boşandığı eşinde kalan ergenlik çağındaki oğlu, kısacası etrafındaki herkes yanlış da olsa bu olay karşısında etkilenecek ve Lucas'a karşı tavırları değişecektir. Cannes Film Festivali'nde bu filmdeki performansıyla en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Mads Mikkelsen'i tebrik etmek gerek, gerçekten de çok başarılı bir performans sergiliyor. Filmin yönetmeninin Festen'den hatırladığımız Thomas Vinterberg olduğunu da belirteyim. (Gerçi Festen'in filmini değil DOT oyunu uyarlamasını izlemiştik ama olsun.) Geçen seneki Filmekimi filmlerinden biri olan The Hunt'ı mutlaka izleyin.

Gelelim Kim Ki Duk ile tanışmamıza. Yönetmenin ve Güney Kore filmlerinin hastaları olduğunu biliyorum. Ben onlardan sayılmam, ama şimdiye kadar izlediklerim de sahiden hiç de boş çıkmadığı gibi gayet etkileyici filmlerdi. Aslında Seda ve Sinem ile Sinem'in şu yazısında bahsettiği etkinlikte Kim Ki Duk ile gerçekten tanışabilirdik, ama benim programım uymadığı için onlardan biraz daha geç tanışabildim bu isimle ve aylardır evde izlenmeyi bekleyen Pieta (Acı) filmiyle. Şimdiye kadarki Güney Kore deneyimlerimden öğrendiğim en önemli şey şudur ki bir Güney Koreli'ye asla yamuk yapmayacaksın, çünkü intikamları pek pis oluyor, dostum! :) Burada da yine bir intikam kurgusu var ama sadece bir intikam filmi olduğu söylenemez.

Pieta'nın kelime anlamı acı ama daha çok Hıristiyanlık sanatında Meryem'in Hz. İsa'nın ölü bedenini kucağında tutarken duyduğu acıyı simgeleyen görüntüler için kullanılır. Yani o yoğunlukta bir acıdan bahsediyoruz, ki filmde de durum buna benziyor. Tefeciler için çalışan ve tahsilatlar konusunda son derece acımasız olan Gang Do'nun kimsesi yok. Ama sonra birdenbire ortaya annesi olduğunu iddia eden bir kadın ortaya çıkıyor ve müthiş bir sabır ve dayanıklılık testinden geçerek onu da annesi olduğuna sonunda inandırabiliyor. O ana kadar adeta insanlıktan çıkmış olan Gang Do, ilk kez anne sevgisi, şefkati ve duygusal yakınlıkla tanışıp, yumuşamaya ve yeniden bir insana dönüşmeye başlıyor. Buraya kadar her şey yolunda gibi görünüyor diye düşünüyor olabilirsiniz. Ama o zamana kadar tefecilerden borç alan zavallı işçilere çektirdiği acıların da bir bedeli olmalı, değil mi? Rahatsız edici sahnelerle dolu, ama gerçekten çok da etkileyici bir film Pieta.

Kim Ki Duk'la son filmiyle tanıştık ve yönetmeni asıl ünlendiren Boş Oda'yı da tavsiye üzerine izlenecekler arasında ilk sıralara aldık.

Sizlere de iyi seyirler...






  

2 yorum:

Eren dedi ki...

Blue Jasmine filmine bayıldım, itiraf edeyim Woody Allen hayranı sayılmam ama bu film müthişti, sanırım bunda Cate Blanchet'in güzelliğinin ve tarzının da payı var, geleceğin Meryl Streep'i olabilir kendisi... Avcı da çok beğendiğim bir film oldu. Acı'yı da listeme ekleyeyim o zaman, sevgiler:)

Imge dedi ki...

Eren O.,

Beğendiğine çok sevindim ve Cate ile ilgili yorumuna da kesinlikle katılıyorum. Ben de bayılıyorum o kadının hem asil güzelliğine hem oyunculuğuna. Bakalım Acı ile ilgili de aynı olumlu yorumları yapabilecek misin? ;) :P

Sevgiler.