Dubrovnik'i bitirdikten sonra aşağıdaki haritada gördüğünüz kıvrımlı körfez kıyısını takip ederek Kotor'a kadar geleceğiz. İlke kez midemin bulanmadığı bir virajlı yol deneyimi oluyor bu. Manzara o kadar güzel ki midemi unutuyorum sanırım. Bu arada fark ettiyseniz yine sınır geçtik. Artık Karadağ'dayız. Bir Karadağlı olan rehberimizden de öğrendiğimize göre Karadağlılar pek rahatına düşkün, biraz da Garfield zihniyetli insanlar. Felsefelerini okuyunca benim "Hayat tatil olsa" mottomla ne kadar benzeştiğini gördüm. Hatta atalarım arasında bir Karadağlı olabileceği inancını taşıyorum artık. ;) Belki de havasından suyundandır. Deniz memleketi olmasındandır. Yaz aylarında dünya sosyetesinin uğrak yeri olan tatil beldelerine sahip olmasındandır. Bilemiyorum. Ama bu rahat kafanın hastasıyım, söyleyeyim. :)
Kotor şehri de yine bir kalenin içinde yer alıyor. Çok uzun yıllar (dört yüzyıl kadar) Venedik Cumhuriyeti hakimiyetinde kalan şehirdeki mimaride Venedik izleri görmek mümkün. Kalenin Batı Deniz Kapısı aşağıda (hemen yanındaki Tourism Information'dan bir şehir haritası alabilirsiniz). Girmeden hemen sağınıza baktığınızda duvarda göreceğiniz aslan kabartması da bir Venedik simgesi.
Bu şirin antik kente girer girmez kendinizi bir İtalyan kasabasında gibi hissediyorsunuz. Yapılar, meydanlar, tahta panjurlu eski evler, ara sokaklar... En sevdiğim!
Girer girmez sizi ilk karşılayan meydan üstünde bulunan eski Silah Deposu nedeniyle de Barut Meydanı olarak anılıyor. Burada tarihi Saat Kulesi (1602) de var. Ve hemen önündeki sivri uçlu sütun da Utanç Sütunu. Eskiden hırsızlık gibi adi suçları işleyenleri ceza olarak buraya bağlayıp tüm halkın görmesi (ve hatta üzerine çürük yumurta, domates atabilmesi) için orada tutarlarmış (alttaki kolajda sağ alttaki iki fotoğraf). Başka bir meydana geçtiğinizde karşınıza Pima Sarayı çıkıyor (alttaki kolaj sağ üst). Saray deniyor ama aslında zamanın ileri gelenlerinden olan Pima ailesine ait bir malikane burası. Şehrin sokaklarında oradan oraya gezinirken birçok meydana çıkacak, bir sürü kilise göreceksiniz. Ama herhalde şehrin en önemli katedralinin 1166'dan kalma Aziz Trifun Katedrali olduğunu söylemek mümkün. 809 yılında şehrin koruyucu azizlerinden biri için yapılmış eski bir kilisenin kalıntılarının üzerine inşa edilmiş olan bu Katedral, 1667 depreminde ciddi hasar gördükten sonra restore edilmiş. İçerisinde çok güzel freskler olduğunu duysak da girmedik, çünkü kısıtlı zamanımızı freskler yerine şehrin sokaklarında, kafelerinde geçirmeyi tercih ettik.
Mesela Denizcilik Müzesi'nin olduğu meydandaki pizza dükkanlarından birinden birer dilim pizza alıp, Evergreen Bar'da (altta sol üst) biralarımızla birlikte yiyerek minik bir öğle yemeği molası verdik. Yine aynı meydana yakın ara sokaklardan birinde 17. yüzyıldan kalma, zamanında şehrin tek su kaynağı olan ve hâlâ suyu içilebilen Karampana tulumbasını gördük (altta sol alt). Sonra attık kendimizi sokaklara. Binaların, meydanların fotoğraflarını çekerken birbirimizin objektiflerine de yakalanmışız gördüğünüz gibi. Yani aşağıda İso'cumdan da fotoğraflar var (sonra copyright falan diye başımın etini yemesin diye belirtiyorum.:) )
Ve burada geçirdiğimiz birkaç saat sonra şehirden ayrılma zamanımız geldi. Kalenin Skurda Nehri boyunca uzanan surlarının, nehir, dağlar ve puslu havayla birleşince oluşturduğu manzara da doyumsuzdu. Zor ayrıldık bu güzellikten.
Ama sırada başka bir güzellik var: Budva. Minik Kotor da diyebiliriz. Tarihi, mimarisi daha az, eğlencesi daha bol (elbette yazın), yine İtalyan kasabalarını andıran, şirin bir yazlık kent burası. Burada da yapılacak tek şey, kalenin içinde yer alan Eski Şehrin sokaklarında doyasıya dolaşmak olacaktır. Şirin görüntüler sizi bekliyor. Budva'da evim olsa alttaki kolajda alt sıranın ortasındaki evi isterdim. Taş duvarlara yerleştirilmiş ahşap giriş kapısı, gülen yüzlü 10 numara posta kutusu ve girişin üstündeki bonus kafa yeşilliğiyle enerjisi içimi açtı diyebilirim.:)
Elbette her yazlık kent gibi Budva'nın da sezon dışında o cıvıl cıvıl havasından eser kalmamıştı. Hatta hüzünlü bir emekli şehri havasına bürünmüştü diyebilirim. E n'apalım artık, biz de bu hüzünlü havadan kurtulmak için denize açılan bir kapı bulup, terk edilmiş sahillere karşı bir bira molası daha vereceğiz o zaman.:)
Akşam Budva'da kaldıktan sonra ertesi gün yola çıkıyoruz. Upuzun bir yolculuk bizi bekliyor. Arnavutluk'u boydan boya geçecek, Tiran'da yemek molası verip, yolumuza devam edeceğiz. Ve ancak akşamına Ohrid'e varacağız. O gün görüp görebileceğimiz tek güzellik 15 dk fotoğraf molası verdiğimiz Sveti (Aziz) Stefan Adası oluyor. Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz bu özel ada Budva'ya 6 km mesafede yer alıyor. Ve Singapurlu bir grup tarafından kiralanarak bir tür tatil köyüne dönüştürülmüş. Özel davetlere ve kumar partilerine ev sahipliği yaptığı da söyleniyor. Görüntü çok masalsı ama değil mi? Yazın burada bir iki gün geçirmek isterdim doğrusu.
Ve sonraki yazıda Arnavutluk'tan bahsedeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Direkt Ohrid'e geçeceğim. Ve bence tur şirketlerinin de iç hat uçuşu ile buna bir çözüm bulması gerek çünkü çok gereksiz bir şekilde tüm gün kara yolculuğu yapıyorsunuz. Hiçbir doğal güzelliği olmayan yerlerden geçip, estetik yoksunu şehirlere girip çıkıyorsunuz. Şehirlerde trafik berbat. Görüntü Hindistan'ı andırıyor ki Hindistan kaosuna seve seve katlanabileceğim tek yer ancak Hindistan olabilir (bkz. Hindistan.:) ). Yani yazacak ve görecek hiçbir şey yok, bildiğiniz zaman kaybı. O yüzden size de zaman kaybettirmeden yine keyifli duraklardan birine geçeceğim. Ohrid'de görüşürüz. :)
2 yorum:
Başka bir bloğun yan tarafında başlığı görünce hemen atladım geldim buraya:)) Bizde Nisan sonunda 4 günlüğüne Karadağ'a gidiyoruz, dolayısıyla yazdıklarınız keyifle okudum...Sevgiler
Sahildeki Ev,
Beğendiğinize çok sevindim. Umarım çok güzel bir gezi olur. Ben de sizin bloga bir girdim bir daha da çıkamadım. Keyifli bir hayatı yansıtan keyifli bir blog, ellerinize sağlık. Tarzınıza ve dört kişilik ailenize bayıldım, büyük şehirden kaçabilmiş olmanız bölümü dışında biraz bize de benzettim.:)Umarım şimdi Datça'daki, bundan sonrasında da nereyi tercih ederseniz oradaki hayatınız hep sağlıklı, huzurlu, mutlu ve renkli geçer.
İstanbul'dan sevgiler.
Yorum Gönder