Bayramda Balkanlar turunu yaptığımız sırada Sarajevo'yu gezerken rehberimizden duyarak not ettiğim In The Land Of Blood and Honey (Kan ve Bal Ülkesinde ya da bizde Türkçeleştirildiği adıyla Kan ve Aşk) filmini sonunda izledik. Angelina Jolie'nin yazıp yönettiği filmde Bosna'da Sırplarla Müslüman halk arasında yaşanan savaş sırasında yıllardır bir arada kardeşçe yaşayan grupların nasıl insanlıktan çıkarak düşman oldukları ya da düşman edildiklerini içiniz acıyarak izliyorsunuz. Film bir savaş ya da siyasi bir film değil. İşin bu kısmına eleştirel bir bakışla masum insanların yaşadıkları ruhsal ve fiziksel travmalara odaklanıyor. Ve bence bunu çok da içtenlikle yapabilmiş. Angelina Jolie de işin şov kısmında gibi gelmedi bana. Samimi bir şekilde ezilenin, masumun, zalimin zulmüne maruz kalanın tarafında olduğunu açıkça hissettirebilmiş bu filmde. Hikayedeki Sırp subay ile Bosnalı Müslüman kadının aşkı da savaş sırasında insanların kişiliğinin ne yönde değişebileceğini, aralarındaki sevgi ve güven ilişkisinin ne boyutlara gelebileceğini çarpıcı bir şekilde göstermeye yardımcı olmuş. Oyuncular çok başarılı. Savaşta yaşananlar çok etkileyici bir şekilde anlatılmış. Yaklaşık 4 yıl boyunca insanlık dışı bir vahşet yaşanırken tüm medeni dünyanın başını başka yöne çevirerek görmezden geldiği bu korkunç savaşı ve burada belki de en çok kadınların yaşadıklarını Angelina Jolie adeta herkesin gözüne sokmak istemiş. Çok da iyi yapmış. Sırf bunun için bile izlemeye değer. Ama bundan çok daha fazlasını bulacağınıza emin olun. Gerçekten çok güzel bir film, izlemenizi öneriyorum.
Sırada psikopat bir ikili var. Kendi çaplarında bir oyun oynuyorlar ama bu pek öyle dışarıdan bakıp da "ay ne güzel, çocuklar eğleniyorlar aralarında" diyemeyeceğiniz türden bir oyun! Haneke 97'de çektiği (ve izlemediğimiz) aynı isimli Avrupa filminin ardından 10 yıl sonra yine Ölümcül Oyunlar ile karşımıza çıkmak istemiş. Bu kez A.B.D versiyonuyla. Tatil için göl evlerine gelen mutlu ve varlıklı, tek çocuklu ve tek köpekli bir Amerikan ailesinin çok kibar bir şekilde yumurta istemek için evlerine gelen genç bir delikanlı sayesinde kendilerini şiddet ve psikopatlık dolu bir döngüde buldukları bir gerilim filmi bu. Ama Naomi Watts ve Tim Roth ikilisi bile filme bayılmamı sağlayamadı diyebilirim. Hatta Haneke işi olduğunu bilmesem hani şu uykun kaçınca TV'yi açtığında karşına çıkan türden bir korku filmine bile benzetebilirdim. Ama işin içinde Haneke varsa bir derdi de vardır bu filmi yaparken dedim ve buraya yazmadan biraz web'de araştırınca bu iki psikopatın aslında burjuvaziye saldırdıklarını öğrendim. Filmden bunu çıkaramamıştım, benim eksiğim olsa gerek. Yani zaman öldürmek için ortalama bir gerilim izleyeyim diyorsanız, izleyebilirsiniz. Onun dışında izlememek kayıp değil.
Gelelim lezzet önerilerine. Bizim evin sokağının sonunda uzun zamandır duyduğumuz minik bir İtalyan restoranını, pardon trattoria'sını deneme şansımız oldu geçtiğimiz haftalarda. Trattoria Serenzo'ya önce İso'cumla birlikte, sonra da baş köşeye Durukuş'u oturtarak maaile gittik. İki seferden de çok memnun kaldık. Henüz o meşhur iki kişilik deniz ürünleri tabağını deneyebilmiş değiliz ama onun dışında neredeyse her şeyi denemiş olmanın haklı gururuyla sizlere her çeşit makarna (özellikle deniz ürünlü harikaydı) ve risotto'yu gözü kapalı öneririm. Etler de çok lezzetliydi. Başlangıç olarak ise bruschetta, peynir tabağı ve dana dil alabilirsiniz (sayınıza ve keyfinize göre). Ve ne yaparsanız yapın tatlıya da mutlaka yer ayırın. Limonlu tiramisunun da hayranları olduğunu duydum ama bence klasik tiramisudan vazgeçmeyin derim. İtalyan şefin eli çok lezzetli, eşiyle birlikte işlettikleri bu minicik, sıcacık, gösterişsiz ama güzel restoran tam Avrupa sokaklarında rastlayacağınız türden ve sunum da güler yüzlü ve son derece ilgili Hasan Bey'in elinden olunca "gelsin bakalım bir şişe ev şarabı daha" diyeceğinizi garanti ediyorum. Bu arada biz de sayımız ve çıkardığımız gürültü bakımından İtalyan ailelerini aratmayarak konsepte uyum sağlamışız, değil mi? ;)
Gelelim lezzet önerilerine. Bizim evin sokağının sonunda uzun zamandır duyduğumuz minik bir İtalyan restoranını, pardon trattoria'sını deneme şansımız oldu geçtiğimiz haftalarda. Trattoria Serenzo'ya önce İso'cumla birlikte, sonra da baş köşeye Durukuş'u oturtarak maaile gittik. İki seferden de çok memnun kaldık. Henüz o meşhur iki kişilik deniz ürünleri tabağını deneyebilmiş değiliz ama onun dışında neredeyse her şeyi denemiş olmanın haklı gururuyla sizlere her çeşit makarna (özellikle deniz ürünlü harikaydı) ve risotto'yu gözü kapalı öneririm. Etler de çok lezzetliydi. Başlangıç olarak ise bruschetta, peynir tabağı ve dana dil alabilirsiniz (sayınıza ve keyfinize göre). Ve ne yaparsanız yapın tatlıya da mutlaka yer ayırın. Limonlu tiramisunun da hayranları olduğunu duydum ama bence klasik tiramisudan vazgeçmeyin derim. İtalyan şefin eli çok lezzetli, eşiyle birlikte işlettikleri bu minicik, sıcacık, gösterişsiz ama güzel restoran tam Avrupa sokaklarında rastlayacağınız türden ve sunum da güler yüzlü ve son derece ilgili Hasan Bey'in elinden olunca "gelsin bakalım bir şişe ev şarabı daha" diyeceğinizi garanti ediyorum. Bu arada biz de sayımız ve çıkardığımız gürültü bakımından İtalyan ailelerini aratmayarak konsepte uyum sağlamışız, değil mi? ;)
İkinci lezzet önerisi Özkanatçı Kardeşler. Sarıyer'de acılı ekmek ile servis ettikleri tavuk kanatların tadı anlatılmaz yaşanır. Bir hafta sonu sahil ya da orman yürüyüşü sonrasında kendinizi buraya atmanız ve bu lezzetin tadını çıkarmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Salaş ama temiz ve leziz bir durak. Servis hızlı. Tavuk kanatlarınızı cacık ve salata eşliğinde hüpletmelisiniz. İsterseniz bira da var. Mutlaka denemelisiniz. Tavuk meraklısı değilimdir, dışarıda da evde de pek tavuk yemem, ama burayı yazarken bile kokusunu duyuyorum ve ağzım sulanıyor.;)
Belgrad Ormanı yürüyüşlerimiz sırasında keşfettiğimiz diğer bir lezzet de Tarihi Bilice Börekçisi. Börekle hiç aram olmamasına rağmen ve hatta çoğu böreği çok yağlı ve ağır bulmama rağmen buranın üzümlü kıymalı ve patatesli böreğine bayıldım. Bir kere oturduğumuzda denediğimiz kahvaltılıkları ve menemeni de çok tazeydi. Ama oturmak için çok da harika bir ortamı olmadığını düşünüyorsanız evinizde yapacağınız kahvaltı ya da beş çayı için börek almaya uğrayabilirsiniz. Pişman olmayacaksınız.
Ağız tadımız hep yerinde olsun e mi? :)
6 yorum:
Herhalde bu yaz Balkanlar turu yapmamın etkisiyle filmi çok merak ettim, şimdi izlemeye başladım.
Lulu,
Ben de gezi sırasında not almıştım izlemek için.. Nasıl buldun, merak ettim?
ben çok beğendim, güzel anlatılmış, esasında hem savaş filmi hem de değil. bir de o kadar kurşunlanmış binaları daha yeni görünce filmden etkilenmemek mümkün değil
haneke'nin en sevdiğim filmi..
haneke'nin en sevdiğim filmi..
Lulu,
Aynı şeyleri düşünmüşüz. Beğendiğine sevindim.
Buket,
Bu versiyonu mu? Yoksa ilk çektiği olabilir mi?
Yorum Gönder