Sergiler arası bir kitap molası verelim. Son bitirdiğim kitapla karşınızdayım: Petersburglu Usta. (Kitabın başlığındaki kesme işareti kullanımı yanlış olduğu için ben ısrarla böyle yazmaya devam edeceğim.) Coetzee'nin okuduğum ikinci kitabı bu (ilki için tık tık). Ve yine harika bir anlatım var. Anlatılan kişi de Dostoyevski olunca tadından yenmiyor haliyle. Nobel jürisi de 2003 yılında aynı şekilde düşünmüşler ki vermişler edebiyat ödülünü bu güzel kitaba.
1896 yılının sonbaharında Dresden'de yaşayan Dostoyevski'yi üvey oğlu Pavel'in gizemli ölümü ile ilgili olarak Petersburg'a çağırırlar. Oradaki alacaklılarına yakalanmamak için sahte bir isimle şehre dönerek bir süreliğine oğlunun kiraladığı odaya yerleşen öfkeli yazar, burada geçirdiği günler içinde hem oğluyla hem de kendiyle ilgili içsel bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuğunda ona en çok yardımcı olan kişilerden biri de oğlunun da kaldığı odanın ev sahibesi Anna ve kızıdır. Ayrıca olay sonrasında polisin el koyduğu Pavel'in günlükleri ve yazdıkları ve şiddet eylemlerine inanan bir devrimci olan Neçayev ile ilişkileri de yap-bozun eksik parçalarını tamamlamasına, aklındaki şüphelerden kurtulmasına -ya da belki de yeni şüpheler oluşmasına- yardımcı olacaktır.
Ve birkaç alıntı zamanı:
* Ölünün başında bekleyenlerin sofradaki yiyeceklerle içeceklere saldırışını düşünüyor. Bunda bir tür şenlik havası var, ölüme karşı bir meydan okuma: Bizi ele geçiremeyeceksin!
* (oğluyla ilgili anıları toplayıp biriktirmek isteyen yazarla ilgili) İnsanlar ölümü kabullenir, yas tutar, sonra unutur. Unutmazsak, derler, dünya çok geçmeden kocaman bir kitaplığa dönüşür.
* Bakınız kadınlar neden üstünlermiş? ;)
* Üniversitede insana tartışmayı öğretirler, tartışasın ki hiçbir zaman hiçbir şey yapmayasın. Tartışmak bir tuzaktan başka bir şey değildir. Konuşarak dünyayı düzeltebileceklerini sanıyorlar. Şunu anlamıyorlar: Her şeyin düzelmesi için önce kötüye gitmesi gerekir.
* Adalet, geniş bir sözcük. Adaletle hınç arasında bir çizgi çizilebilir mi? Neçayev'in özgünlüğü de burada yatmıyor mu? Kendisini Halkın İntikamı olarak adlandırıyor. Halkın Adaleti değil. En azından dürüst.
Siz de bu güzel kitabı okumak için benim gibi geç kalanlardansanız, daha fazla gecikmeyin derim. Coetzee'nin Dostoyevski'yi yeniden yaratması, onun düşüncelerini yazması, onun kafasının içine girebilmesi, iç çatışmalarını yansıtması özellikle başarılı.
Şimdiden iyi okumalar...
Ve birkaç alıntı zamanı:
* Ölünün başında bekleyenlerin sofradaki yiyeceklerle içeceklere saldırışını düşünüyor. Bunda bir tür şenlik havası var, ölüme karşı bir meydan okuma: Bizi ele geçiremeyeceksin!
* (oğluyla ilgili anıları toplayıp biriktirmek isteyen yazarla ilgili) İnsanlar ölümü kabullenir, yas tutar, sonra unutur. Unutmazsak, derler, dünya çok geçmeden kocaman bir kitaplığa dönüşür.
* Bakınız kadınlar neden üstünlermiş? ;)
* Üniversitede insana tartışmayı öğretirler, tartışasın ki hiçbir zaman hiçbir şey yapmayasın. Tartışmak bir tuzaktan başka bir şey değildir. Konuşarak dünyayı düzeltebileceklerini sanıyorlar. Şunu anlamıyorlar: Her şeyin düzelmesi için önce kötüye gitmesi gerekir.
* Adalet, geniş bir sözcük. Adaletle hınç arasında bir çizgi çizilebilir mi? Neçayev'in özgünlüğü de burada yatmıyor mu? Kendisini Halkın İntikamı olarak adlandırıyor. Halkın Adaleti değil. En azından dürüst.
Siz de bu güzel kitabı okumak için benim gibi geç kalanlardansanız, daha fazla gecikmeyin derim. Coetzee'nin Dostoyevski'yi yeniden yaratması, onun düşüncelerini yazması, onun kafasının içine girebilmesi, iç çatışmalarını yansıtması özellikle başarılı.
Şimdiden iyi okumalar...
1 yorum:
Merak ettim.
Yorum Gönder