Blog San Francisco'ya İniş Yaptı! :)

Evet, artık beş gün boyunca kalacağımız üçüncü durağımız ve bu tur içinde en merak ettiğim şehir olan San Francisco'ya geldik. Otelimiz Union Square'e çok yakın, merkezi konumu, temizliği ve yatağının yumoşluğuyla gönüllerimizi fetheden Hotel Nikko San Francisco'ya vardık. Girişte bizi karşılayan yılbaşı ağacını görünce otelle ilgili biraz korkmadık desem yalan olur. Hani ağacı böyleyse diye. :) Neyse ki genel anlamda çok memnun kaldık. Eksileri: oda biraz küçüktü (ya da Mandalay Bay'in kocaman odasından sonra öyle gelmiş olabilir) ve Internet için ekstra günlük ücret istiyorlardı (ki ödemedik elbette çünkü her yerde free wi-fi bulmak mümkün). Ayrıca booking.com yerine otelin kendi web sayfasından rezervasyon ve ödemeyi yapsaydık Internet'in de oda ücretimize dahil olacağını biraz geç fark ettik. O yüzden bir kez daha hatırlatıyorum: her yerden fiyat ve fırsat bakmayı unutmayın.


Şimdi kendimizi sokaklara atabiliriz, çünkü burası yürüyerek keşfedebileceğiniz harika bir şehir. Avrupa şehirleri havasında. Üstüne bir de mis gibi okyanusu var alabildiğine. İnişleri yokuşları mevcut ama yormuyor insanı. Yorulursanız da metrosu, otobüsü, nostaljik tramvayı mevcut, istediğiniz her yere kolayca ulaşmanızı sağlayan. Havası göründüğü kadar sevimli olmayabilir. Yani güneşe bakıp da sevinç çığlıkları atmadan bir kez daha düşünün ve sokağa tedarikli çıkın. Rüzgar olmasa bile okyanusun neminin içinize işlediğini hissedeceksiniz. Özellikle de sabahları ve akşamları. Yoksa hava sıcaklıkları korkunç değil, yine 10lu derecelerde. Sokaklarında fotoğraf çekmeye doyamadığım bir şehir oldu burası. Şirin dükkanları, cafeleri,  restoranları, Viktorya tarzı evleri, bonus kafalı ağaçları, birbirinden liberal insanları ile bu şehir bir harika dostum, dedim. Hatta sık sık "ne dersin, taşınsak mı buraya? Sizin sektörün de en gelişmiş olduğu yerlerden biriymiş bak. Evet, işte tam şu sokakta bir ev tutarız. Şarap ve peynirimizi şuradan alırım. Şurada yürüyüş yaparım. Hafta sonları günübirlik..." diye bitmek bilmez pembe panjurlu ev versiyonu fantezilerle İso'cumun başının etini yediğim de oldu (ki Barselona'da da aynısını yapmışlığım vardır ve İso da çocuk kandırır gibi "ileride yazları ev kiralarız oradan," falan diye beni susturmanın yolunu bulmuştur. Susmuş olabilirim ama aslında "ileri"yi bekliyorum, sadece o bunun farkında değil. :) ). Yalnız sokaklardaki güzelliklere bakacağım diye kafanız havalarda gezerseniz her an bir evsize takılıp düşebileceğiniz de bir şehir burası. Amerika'nın en yüksek homeless nüfusuna sahipmiş. Hatta hava koşulları nispeten iyi diye evsizler Doğu'daki şehirlerden buraya gönderiliyormuş. Kokuları feci ama hiçbir zararları yok. Ve dikkatimi çeken şey de şu oldu ki şehirde yaşayanlar onların sokaklarda sürdürdükleri bu yaşama ciddi anlamda destek oluyorlar. Şehirle ilgili genel olarak aklıma gelen bir şey de kafayı bulabileceğiniz yeşillikteki kokusu! ;)

Neyse, lafı uzatmadan sizi kahvaltı için Yerba Buena Gardens'ın içinde yer alan Samovar Tea Lounge'a alayım. Burası bir kültür sanat merkezinin park alanında yer alan, çok hoş bir cafe. Akşamüstü  chillout session için de ideal olabilir. Burada da yine şehirde dikkatimi çeken bir konuya değinmeden geçmeyeyim. Aslında diğer şehirlerde de ama en çok San Francisco'da dikkatimi çeken "obez Amerikalı" tiplemesine hiç rastlamamam oldu. Menülere sağlıklı pek çok alternatif eklenmiş, organik gıda pazarları, sağlıklı yemekler sunan restoranlar, vejetaryen mutfak, sağlıklı atıştırmalıklar, vs gibi beslenme trendleri ön plana çıkmış. Ve şehirde her saat koşu ya da yürüyüş yapan insanlara rastlamak mümkün. Pek çok konuda onların döndüğü yere hâlâ son sürat gitmeye bayılan bizler için bu durumun bir örnek teşkil etmesini dilerim. Samovar da sağlıklı kahvaltı ve sandviç menüsü, nefis masala chai ve diğer çay çeşitleri ile gerçekten çok leziz ve huzurlu bir yerdi. Tavsiye ederim.

Kahvaltı bittiyse hemen toparlanın çünkü mont almaya gidiyoruz! Evet, artık trençkotlardan ayrılma zamanı, zira içimizin titrediğini hissediyoruz. Satış elemanı şehirdeki ilk günümüzde alışverişe çıkmış olmamıza şaşırsa da sadece mont alıp gezmeye devam edeceğiz deyince bizi anlayışla karşılıyor.:) Union Square çevresi alışveriş için de ideal. Aradığınız bir sürü markayı burada bulmanız mümkün. Ayrıca dev bir Macy's de emrinize amade. Hatta en üst katında da meşhuuuur Cheesecake Factory bulunuyor. Bir (ya da birkaç) ara uğramalısınız, çünkü kendisi onlarca çeşidiyle sizi bekliyor olacak. 


Montunuza kavuştuktan sonra klasik bir turist aktivitesi olarak Powell St'ten nostaljik tramvaya (cable car) binebilirsiniz. İlk duraktan bineceğiniz için tramvayın geliş yolunun bitiminde döner platform üzerinde manuel olarak döndürülerek dönüş yoluna geçişine de şahit olacaksınız. Öğrenmenin yaşı yok gerçekten.;) İki farklı rota var: biri Mason-Powell, diğeri Hyde-Powell. Siz ikinciye atlıyorsunuz ve Lombard Street durağına kadar tıngır mıngır ilerliyorsunuz San Francisco sokaklarında. Yokuşları çıkarken inip arkadan itsek mi diye düşündüğünüz de oluyor gerçi! Biletinizi binince alabiliyorsunuz ve kişi başı 6$ ödüyorsunuz.   


Lombard Street'in özelliği ne diye sorarsanız, aşağıdaki fotoğraflara bakabilirsiniz. Saatte 5 mil yani 8 km hızla inebileceğiniz denli kıvrımlı, yokuş aşağı bir sokak. Yokuş boyunca sıralanmış evler ve park ettikleri arabalarının duruşu da görmeye değer. Google Görsellerde bende olduğundan çok daha güzel fotoğraflar bulabilirsiniz. Elbette tepeden çekilmiş fotoğraflarda sokağın nasıl kıvrılarak aşağı indiği daha net görülüyor (yakınlardaki Coit Tower bunun için ideal, şehre ve okyanusa tepeden bakmak için de öyle, aklınızda olsun, ama biz gitmedik).


Biz de kıvrılarak aşağı indikten sonra Bambi'nin rotasını takip ederek denize doğru yürümeye başlıyoruz. Yol üstünde ayna gördük mü kaçırmama durumumuz bu gezide de devam ediyor elbette. ;)


Deniz kıyısına iniyoruz dediğime göre sıradaki yazıyı az çok tahmin edersiniz sanırım: Fisherman's Wharf, Pier 39 ve deniz aslanları bizleri bekler! Bence bekletmeyelim onları, değil mi? :)

Hiç yorum yok: