Lombard Street'ten kıvrılarak indikten sonra daha da inmeye devam ediyoruz. Burnumuz iyot kokusuyla dolana kadar da inmeye devam edeceğiz. Yaklaşık 10 dakikalık bir yürüyüş sonrasında Fisherman's Wharf'a varıyoruz. Burası şehrin en turistik ve canlı yerlerinden biri. Aynı zamanda şehrin balıkçıları için de bir merkez. Cable Car ile de gelebiliyorsunuz, aklınızda olsun. Fisherman's Wharf tabelasını gördükten sonra sağlı sollu hediyelik eşya dükkanları, cafeler, dondurmacılar, vs arasından yol boyunca yürümeye devam ediyorsunuz. Ta ki daha da canlı ve şirin Pier 39'a gelene kadar.
Pier 39 ahşap platformlar üzerine kurulmuş. Asıl birbirinden güzel dükkanlar ve cafeler & restoranlar burada. Okyanusa dalıp gidebileceğiniz iskeleler de burada. Ayrıca o çok merak ettiğimiz deniz aslanları da burada. :) Daha ne olsun? Ama oklardan gördüğünüz üzere onları görmek için sola dönmeden önce dümdüz devam ederek uzaktan da olsa Golden Gate Köprüsü'ne ve Alcatraz Hapishanesi'ne bir selam çakmaya gidiyoruz. Alcatraz'ı gezmek isterseniz buradan kalkan vapurlar olduğunu unutmayın. Biz gitmedik. Görmediğimiz bir yerler kalsın ki bir dahaki sefer için gelme bahanemiz olsun dedik.;)
Sırada deniz aslanları var. Açıkçası onları görmeyi merakla bekliyordum ama bu kadarını da beklemiyordum. Hatta itiraf edeyim: ben sanki yüzen ve arada bir kıyıya çıkan ve turistlerin bunu kaçırmayıp bir iki balık attığı ya da yanında durup fotoğraf çektirdiği manzaralar görmeyi bekliyordum (sanırım Ayhan Sicimoğlu'nun nerede olduğunu hatırlamadığım programlarından birinden kalma bir görüntü yer etmiş zihnime). Ama bırakın okları seslerini ve kokularını takip ederek bile bulabileceğiniz kadar çok sayıda deniz aslanıyla karşılaşacaksınız! İnanılmaz bir manzara. Çok etkileyici, çok güzel, orada doğal ortamlarındaki hallerine tanık olmak insanı çok mutlu ediyor. Kocaman bir şehrin içinde onların doğal ortamlarına böylesi bir saygı gösterilmiş olması gelişmişliğin işareti. Bizde olsa ne olurdu diye düşünemedim bile. O kadar aklım almadı. Muhtemelen abuk subuk yiyecekler (pet şişeler ve izmaritleri saymıyorum bile!) atarak düzenlerini bozar, balıkçı teknelerine zorluk yaratıyor diye toplu halde zehirler, bilmem nesi para ediyor diye öldürür ve bir şekilde köklerini kurutmuş olurduk! Buradakiler ise şehrin sakinleri olarak hayatlarını devam ettiriyorlar. Dünyanın bu bölgesinde oldukları için ne kadar şanslı olduklarının farkında bile değiller (ki 2009'da tamamen ortadan kaybolarak şehir sakinlerini de biraz tırsıtmışlar; ama neyse ki sonra yeniden yerlerine dönmüşler.)
Hareketlerini izlemek o kadar keyifli ki. Burada da kısa bir video var, seslerini duyabilmeniz için. Aralarından kendimize benzeyenler bulmak da çok keyifliydi:
- "İmge bak bu sensin, tüm gün güneşin altında yatmaktan kurumuşsun, ama rahatsız falan da olmuyorsun.."
- "Evet, şu suya dalıp çıktıktan sonra yanıma uzanıp, beni ıslatan da sensin. O yüzden itiyorum seni, kuru da gel diye."
ya da
- "Bak şurada kavga ediyoruz, ben sağdakiyim, bakalım kim kimi suya itip kazanan olacak.. :)
Deniz aslanlarını izlemeye doyduysak, karnımız acıktıysa ve denizden çıkan her şeyi itinayla yemeyi seviyorsak sırada Crab House var. Denize bakan masalarından birine oturup bütün yengecimizin pişmesini beklerken karideslerimizle ve buz gibi biralarımızla aşk yaşıyoruz. Sonra önümüze naylon önlüklerimizi takıp yengeç pensi ve kokteyl çatalı kadar olmasa da minnak çatallarımızı getirdiklerinde artık beni tutabilene aşk olsun havasındayım. :)
Özet olarak Bambi sayesinde keşfettiğimiz Crab House'a bayıldık. Gerçekten çok başarılı bir yemek ve yerdi burası. Hatta son gün karnımız acıksa da bir kez daha yesek diye bekledik, ama Chinatown'un dumpling'lerinden sonra karnımız acıkamadı ne yazık ki. Bir dahaki gidişte yine buluşmak istediğim yerlerden.
Sırada Golden Gate Park var. Bakalım bu kocaman parkın içinde neler varmış?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder