Nuh-Büyük Tufan ve Kadı Nimet ve Dostlarla Muhabbet :)

Anlaşıldı. Güzel haberler duymak mümkün değil memlekette! O zaman ne yapıyoruz? Kendimize güzellikler yaratıyor ve o güzel dünyamızda yaşıyoruz. Ruhsal ve bedensel sağlığımızı korumak için bir süreliğine kendimizi dış dünyaya kapatıyoruz. Biraz da biz görmüyoruz, duymuyoruz, bilmiyoruz bakalım. Evet, bilgi almak, haberdar olmak çok güzel, ama bir süreliğine "cehalet mutluluktur" diyerek Tivitır Mivıtır'a pek göz atmamaya çalışıyoruz. Yoksa bitmeyen baş ağrıları, sivilceler, dışarı çıkmak ve insan görmek isteğinin kaybolması, depresyon belirtileri eşliğinde evde eşofmanla pineklemek, uykusuzluk ya da fazla uyku, depresif yeme-içme bozuklukları eşliğinde bir bahar geçireceğiz gibi görünüyor. Oysa bunu hiç hak etmedik biz. 

İşte bu ruh hali içinde Cumartesi planımızı yaptık acilen. Önce saat 15.00 matinesine Nuh - Büyük Tufan filmine gittik. Darren Aronofsky'nin yönetmenliğini yaptığı bir filme Holivud Molivud demeden gideriz zaten. İyi ki de gitmişiz. Russell Crowe'un Nuh Peygamberi canlandırdığı filmde her dinde yer alan Nuh Tufanı efsanesi müthiş bir görsellikle (3D) anlatılmış. Filmde doğal olarak en ön plana çıkan Russell Crowe dışında Anthony Hopkins, Jennifer Connelly ve Emma Watson gibi isimler de rol almış. Tanrı'nın iyice yoldan çıkan insanlığı cezalandırmak için gönderdiği bu Büyük Tufan'da Nuh'a büyük bir misyon yükleniyor. Tufana meydan okuyacak bir gemi inşa ederek her canlıdan birer çifti o gemiye almak ve tufan sonrasında kurulacak o yeni dünyaya götürmek. Yeniden başlayacak yaşamda her canlıya yer var ama kötülük potansiyeli büyük hasarlara yol açabilen insanoğlu cezalı, onlara yer yok... mu acaba? İzleyip görün bakalım. Sanki bence Nuh Peygamber sevgi, şefkat, merhamet, acıma ve insani zaafların yanı sıra adaletsizliği de temsil etmiş gibi biraz. O güçlü, Tanrı'nın isteklerini yerine getirecek bağlılık ve dirayetteki koskoca Nuh'a pek yakıştıramadığım zayıflıklar sergiledi yer yer. Ama n'apalım, bu efsaneyi de böyle kabul edip bağrımıza basacağız elbet. Filmden çıktığımda bizdeki bu kötülük ve vicdansızlık salgını için de bir tufan etkili olabilirdi diye düşünmedim değil bu arada. Filmi kaçırmayın. Gerçekten etkileyici. 

Sinemadan çıkışta saat neredeyse 17.30 olmuştu. Biraz oralarda oyalandıktan sonra attık kendimizi Beşiktaş'a. 18.45 vapuruyla Kadıköy'e geçmek için iskelede beklerken de bu güzellikleri seyrettik doya doya. İçimize iyot kokusunu çektik, gitarlarıyla Levent Yüksel, Sertab, Zaz çalan gençler vapurda yüzümüzü güldüren mutluluk nedenlerimiz oldular.   


İndikten sonra postanenin önünde fuşya laleler ve etrafındaki adını bilmediğim mor çiçekler bizi karşıladı. Sonra Kadıköy'ün capcanlı sokaklarında dolaştık her zamanki gibi çok keyif alarak. Karşıya çok az geçsek de Kadıköy'ü her seferinde o kadar severek dolaşıyoruz ki. Enerjimizi yükselten, mutlu eden, harika bir etkisi olduğunu fark ediyoruz her seferinde. Yeme içme dükkanları, balıkçıları, kitapçıları, antikacıları, birahaneleri, büfeleri, kafeleriyle her seferinde bizi kendine hayran bırakıyor bu canım semt. Gözüme çarpan güzelliklerden bazıları da aşağıda. İmge Sahaf'ı bu kez didikleyemedim, kapanmıştı, ama önünde fotoğrafım yok demeyeceğim atrık. 


Akşam bizim Anadolu Yakalı canlarla buluşacaktık - Müge&Recep ikilisi. Yerimizi Kadı Nimet olarak belirleyip, 20.30'a doğru terastaki masamıza kurulduk. İtiraf ediyoruz: Ongun'un arkadaşıyla gittiği ve bize Whatsapp'tan fotoğrafını gönderdiği o meze aşkına seçtik burayı. Fotoğrafı garsonumuza göstererek sipariş verdiğimiz başrol mezesinin levrek dolma olduğunu öğrendik. Onun dışında harika bir fıstıklı peynir ezmesi, zeytin ezmesi, balık pastırması, patlıcan salatası, ahtapot salatası, levrek marine, kalamar ve balık kokoreç de denediklerimiz arasındaydı. Zaten balığa değil mezeye doymaya gitmiştik. Misyonu tamamladık Bi' Büyük eşliğinde. ;) Sohbet her zamanki gibi süperdi. Memleketi yine kurtaramadık ama enseyi de karartmadan kalkabildik en azından masadan. Bu da bir başarı sayılabilir bu günlerde, değil mi?  
  

Çıkışta Fazıl Bey'in Türk Kahvesi'nde kahve ve lokum molası vermiş olmamız sizi yanıltmasın. Elbette gece henüz bitmedi. Bu dörtlünün bir cila atmadan dağıldığına şahit oldunuz mu hiç şimdiye kadar? Geçen sefer Belfast'ı tercih etmiştik. Bu kez kalabalığı yine sokağa taşmış olan Belfast ve Ayı'nın yanından geçerek istikametimizi Barlar Sokağı'na çevirdik. Bahane Kültür'de birer Bomonti içerken kimleri yad etmedik ki... Barış Mançolar, Adile Naşitler, gözlerimizde yaşlar, ama ağlamaktan değil gülmekten oluşan cinsten.:P Unutulmaz muhabbetlerden biri döndü o gece yine orada, çok şey kaçırdınız sevgili okur. :)


Ayrılırken saat 1'e geliyordu ve sokak hâlâ o kadar canlı ve doluydu ki. Bayıldım! Sokakta hayat olması en sevdiğim şeylerden biri. Özellikle de böyle sohbetin bol pozun, piyasanın az olduğu süssüz püssüz, müzikle ve gençlerle dolu mekanlar favorim. Dilerim ruhumuza çok iyi gelen bu canlılık, bu enerji hiç tükenmez, hatta hep artarak devam eder ve salgın gibi şehrin pek çok semtine yayılır.   

Güzellikleri paylaşacağımız bir hafta olması dileğiyle...

Hiç yorum yok: