En son Jemaa el Fna'da kalmıştık değil mi? Hah, işte ben orada biraz fazla kaldım. Hatta o kadar ki, meydandaki bir kafede nane çayı içen İso'nun objektifine bile yakalanmışım birkaç kez. Oradan oraya dolaşan, bir ara sokaktan girip öbüründen çıkan, eninde sonunda kendini yeniden meydanda bulan mor montlu beni görebilenler el kaldırsın! ;)
Bu meydanda yok yok. Yılan oynatanlar mı ararsınız, maymunuyla dolaşanlar mı, fal bakan mı istersiniz, kına yapan mı? Asıl akşam saatlerinde canlı olan meydanı hava karardıktan sonra olmasa da kararmadan hemen öncesinde ve gündüz görebildik biz. İnanılmaz kalabalık ve her stantta, insanların toplaştığı her kümede bir hareket var. Değişik oyunlar, gösteriler, satıcılar, şunlar bunlar derken kendinizi kaptırıp da çantanızı unutmayınız. Çünkü burada bir sürü kapkaç vakası da yaşanıyormuş. Tacize de uygun bir mekan, duyduğumuz birtakım örnekler olduğu için kendinizi sürekli kollayarak dolaşmanızda fayda olduğunu da belirteyim. Ama gerçekten renkleriyle, hareketliliğiyle, kokularıyla ve insanlarıyla bambaşka bir yer burası. Kesinlikle yaşanmaya değer deneyimlerden.
Her şehirde bir Yahudi mahallesi var ve buna Mellah dendiğinden ilk yazımda bahsetmiştim. Doğru telaffuz etmeyi unutmayın lütfen: öyle efendi efendi Mellah değil, kendimizden geçerek, karşımızda şöyle bir Javier Bardem, bir Hugh Jackman, bir Jude Law varmış gibi Mellaaaağhhhh diye telaffuz etmeniz gerekiyor. Tabi bu kadınlara sesleniş oldu. Erkekler kendi örneklerini kendileri bulsunlar, hiç hayatlarını kolaylaştırma havamda değilim bugün. ;P Neyse, geyik bir yana, bu Mellahlar arasında en çok Marakeş'teki Mellah'ı sevdim ben. Marakeş'in rengi olan kırmızı sokakları, dükkanları ve evleri olan bu semtte bir tur atmanızı öneririm. Bu arada balkonlu evler sadece Yahudi mahallelerinde oluyormuş. Genelde altta adamın dükkanı, üstte kadının balkondan "yemek hazır kocacııım" diye seslendiği bir ev. Daha refah ve açıklık olan bir yaşam söz konusuymuş bu mahallelerde.
Bir Marakeş klasiği olan Chez Ali'ye de elbette gittik bir akşam. Yılbaşında otelimizin balo salonundaki hafiften 80lerin taşra eğlencesi konseptinde ve ilahi ile tamtam karışımı bir müzik eşliğinde nefis (!) bir eğlence yaşadıktan sonra bir gece daha ne yaparım diye kara kara düşünmeme rağmen Chez Ali gecesini çok sevdim - fotoğraf makinemin şarjı olmadığını fark ettiğimde yaşadığım hayal kırıklığını saymazsak.
Harikalar Diyarı ile Binbir Gece Masalları karışımı fantastik bir kompleks içinde yer alan dev çadırların içlerinde geleneksel yemeklerden oluşan geceye yemek sırasında sürekli değişen yerel müzik ve dans grupları eşlik ediyor. Ama işin asıl etkileyici kısmı yemek sonrası dışarıda sizi bekleyen atlıların gösterisi. Erkeklerden oluşan bir şov ekibi Arap atlarının üzerinde silahları ve akrobasi hareketleriyle sizi büyüleyecek. Elbette turistik bir aktivite, ama bence geleneksel bir Fas gecesi olarak yapılması gerekenlerden. Tavsiye ediyorum. Gecemiz az çok neye benzeyecek diyorsanız yaklaşık iki dakika süren şu videoya bir göz atmanızı öneririm.
Sırada serbest günümüzde kendi başımıza yaptığımız Jardin Majorelle (Majorelle Botanik Bahçesi) gezisi var. Girişi bahçe ve müze birlikte kişi başı 75 dirhem (yani yaklaşık 20 TL). Fransız ressam Jacques Majorelle tarafından oluşturulmuş bir botanik bahçesi burası. 1947 yılında halka açılmış. 1980 yılında ise Yves Saint Laurent ve Pierre Bergé bahçeyi satın alıp restore etmişler. Yoksa burası satılıp otel yapılacakmış. (Bana pek tanıdık geldi bu rantçı kafa!) 2008'de ölen Yves Saint Laurent'in külleri bu bahçeye serpilmiş ve Tangier'den bir Roma sütunu parçası getirtilerek, minik bir anma köşesi yapılmış.
Bahçede dünyanın dört bir yanından gelen değişik bitkiler, minik süs havuzları, huzur içinde bir şeyler yiyip içebileceğiniz bir kafe ve bol bol kuş sesi var. Çünkü burada 15 farklı kuş türü de yaşıyor. Ve pek çok yerinde gördüğünüz o nefis, capcanlı maviye de Majorelle mavisi adı veriliyor. Ressamın kendisiyle özdeşleşmiş bu rengin doğanın yeşili, yerlerin kiremit tonları ve duvarların hardal sarısıyla uyumu muhteşem. Ressamların sadece tuval üzerine resim yapmadığının bir göstergesi gibi bu bahçe.
Bu arada içeride gezilebilecek iki galeri var. Biri Berberi Müzesi. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Berberi kültürüne ait araç-gereçler, giysiler ve takıların olduğu minik bir müze. Ama içerideki o takılar o kadar güzellerdi ki gözlerimi alamadım desem yeridir. Bakınız birkaç örnek var burada. Burası fikir ve koleksiyon oluşturulması açısından Pierre Bergé'in eseri.
İkincisi ise Galerie Love. Adı üstünde. Yves Saint Laurent'nin her yıl yılbaşı kutlaması niyetine dostlarına ve moda evinin müşterilerine gönderdiği Love (Aşk/Sevgi) temalı kolaj posterlerinin yer aldığı bir salon burası. Al işte zarif bir sanatçı daha. Sayıları her yerde hızla artan beton kafalılar arasında böyle ince, yaratıcı ve estetik zihinlere da sahip olmak bu dünyanın en büyük şanslarından olsa gerek.
Marakeş'te de gezilecek yerleri bitirdik ve bir gezinin daha sonuna geldik. Son olarak burada konakladığımız Atlas Asni Otel'den de çok memnun kaldığımızı söylemeden geçmeyeyim. Dört yıldızlı, odaları geniş, temiz, yemeği, kahvaltısı iyi, havuzlu ve merkezi bir oteldi. Kalmayı tercih edebilirsiniz.
Şimdi sırada neresi mi var? Aslında en sevdiğim bölümlerden birindeyim: hayal kuruyorum. ;) Bir bakıyorum Toronto'ya gitmiş Niagara Şelalesi'ni geziyorum, bir bakıyorum Güney Afrika'da Masa Dağı'nın fotoğrafını çekiyorum. Bazen Çin Seddi'nde yürüyorum, bazen İzlanda'da Kuzey Işıkları'nı izliyorum. Baharda 3 gün Petra'ya mı kaçsam, yoksa Malta'ya mı diyorum. Falan filan işte... İşin bu kısmı da çoook güzel, tavsiye ediyorum. ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder