Volubilis Antik Kenti ve Meknes

Rabat'tan Meknes'e doğru yola çıktığımız üçüncü günün öğlene kadar olan bölümünde programda olmamasına rağmen Volubilis Antik Kenti'ni de görmemizi önerdi rehberimiz. Yaklaşık iki saatimizi burada geçirdiğimiz için Meknes'te bir şeyler kaçırıyor muyuz diye biraz tedirgin olsam da gezip görünce de burayı atlamamak gerekirmiş dedim içimden. 

Aslına bakarsanız biz şımarığız tabi bu konularda. Koskocaman Efes'imiz var, daha ne olsun? Öyle her gördüğümüz antik kente atlamayız yani. ;) Ama M.Ö. 3. yy'da Kartacalılar döneminde kurulan ve M.S. 1. yy'da Romalıların egemenliği altında iyice genişleyen bu antik kentin bugüne kadar uzanan kalıntılarının da hakkını yememek lazımmış. Bazilikanın kemerli sütunları, zafer takı, banyolar, ziyafet salonları (ardından yediğini kusma salonları! oburluğun yedi ölümcül günahtan biri olmadığı, hatta daha fazla yiyebilmek için kusulup yola devam edildiği dönemler, peh!), tapınak kalıntısı ve daha pek çok alanıyla o dönemin şehir yaşamına dair gayet güzel bir fikir veriyor burası bizlere. 


Mozaiklerden de çok güzel korunmuş birçok örnek görebilirsiniz yine şehir yaşamına dair örnekler veren. O dönem şehir yaşamı sürekli yemekten ibaretmiş gibi geldi bana. Bahsettiğim de yatarak, sefa halinde yemek. Aman her lokması yarasın hali! ;)

Yakın bir döneme kadar etrafındaki verimli tarım arazileri gibi görünen bu kalıntıların varlığı, Fas'ın Fransız sömürgesinde olduğu yıllarda keşfedilmiş. Kazılar da Fransızlar tarafından yapılmış. Şu an UNESCO Dünya Mirası listesinde olan bu antik kent, bir zamanlar 20,000 nüfusu olan bir Roma İmparatorluğu şehriymiş. Keyfimi kaçıran tek nokta ise burada leyleği havada değil yuvada görmek oldu (bkz. üstteki kolaj). Ne yani, şimdi oturacak mıyım oturduğum yerde?! :P


Öğle yemeğinde tajinlerimizi yedikten sonra yola devam ederek Meknes'e geliyoruz. Meknes küçük bir şehir. Bir zamanlar Jamaa el Fena Meydanı ile yarışan Hedim Meydanı (altta sol üst) bile artık küçük ve nispeten özelliksiz kalmış. Ama ne olursa olsun o da bir dönemin kraliyet şehirlerinden. Rengi de yeşil. Her kraliyet şehrinin bir rengi varmış bu arada. Şehrin 27 kapısından biri olan Bab Mansour bu meydanda yer alıyor ve güzelliğiyle de bizleri büyülüyor. 


Burası Molla İsmail'in hüküm sürdüğü 55 yıllık dönemde kraliyet başkenti olmuş. Molla İsmail, paranoyak ve yıkıcı bir sultanmış (benzettim birilerine sanki). O yüzden şehrin etrafında 40 km duvar var! Her an birinden zarar göreceğini düşünüyormuş kendisi. 16. yy'da hüküm sürdüğü dönemlerde Volubilis'ten mermerler, Marakeş'ten kapılar getirterek kendine o dönem için Fas'ın Versailles'ı diye adlandırılan bir saray yaptırmış. Sarayın pek az kalıntısı günümüze ulaşmış olsa da önündeki yapay göletin etrafında pek çok yansıma fotoğrafı çekmek mümkün. ;)


Sonraki durağımız Molla İsmail'in ambarı ve atlarını bağladığı barınağı. Burada o döneme ait değirmen, sedir ağacından kapılar ve birtakım araç gereçleri dağınık olarak görüyorsunuz, ama içerisi genel olarak boş sayılır. Ama atların bağlandığı kemerli bölümler güzel bir matematikle planlanmış. Hangi kemerin altında durursanız durun hem önünüzde hem de iki yanınızda uzanan kemerlerin altında neler olup bittiğini gözetleme şansınız oluyormuş. Aşağıdaki kolajın alt sırasındaki soldan iki fotoğrafla ne demek istediğimi daha net anlatabilirim sanıyorum.  


Ayrıca kolajın üst sırasının ortasında yer alan, üzerinde zeytin ağacı yetişmiş kemeri de büyük bir şevkle göstererek, "burası da bizim Babil'in asılı bahçesi" diye anlatıyorlar. "Aa ne güzelmiş, biz de 6000 zeytin ağacı söktük köylerimizden birinde" diyerek farkımızı ortaya koymak geçse de içimden, neyse ki kendimi tutabildim! 

Kısaca Meknes bunlardan ibaret, sevgili okur. Sırada gezinin belki de en etkilendiğim, en ilginç şehirlerinden biri olan Fez var. Orada görüşürüz o zaman.;)

Not: Gezi ile ilgili tüm fotoğraflar için buraya bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok: