Buzdan Rüya: Antarktika

Sıcak diyarlara yan gelip yatarken dünyanın en soğuk kıtasından bahsedeceğim size biraz. 12 Haziran akşamı katıldığım Fest Travel'ın fotoğraf gösterili Antarktika söyleşisinde her zamanki gibi harika bir rehberden çok ilginç bilgiler öğrendim, masal gibi görüntüler gördüm. Şahsen fotoğraflarıyla bile üşümeme neden olan Antarktika hiçbir zaman görülecekler listemde olmadıysa da (herhangi bir zaman listeye girer mi bilmem), gezip görenlerin ve keşfedenlerin hakkında neler dediklerini ilgiyle dinlememe engel değil bu. 


Dünyanın en güney ucunda yer alan, yeryüzünün en soğuk ve kuru kıtası Antarktika'ya gitmek için önce Buenos Aires'e uçuluyor, sonra oradan Ushuaia'ya bir uçuş daha yapılıyor. Daha sonra ise Ushuaia Limanı'ndan gemiye binilerek yaklaşık 3 günlük bir deniz yolculuğuyla (1000 millik bir mesafe) kıtanın yaşam koşulları açısından en "normal" noktasına varılıyor. Gemiyi açılmış kanatlarının mesafeleri 3,5 metre olan albatroslar takip ediyormuş, çünkü geminin motoru onların en sevdikleri karidesleri kaldırarak su yüzeyine yakınlaştırıyormuş.  Martılar ve simit ve ada vapuru üçlemesi yerine albatroslar ve karidesler ve keşif gemisi var bu kez baş rollerde anlayacağınız. Gemiler maksimum 100 kişilik özel keşif gemileri. Bunlardan atılan zodyak botlarla da adaya ayak basabiliyorsunuz. Yani farkındaysanız eğer, adaya sadece ulaşabilmek için bile beş gün falan geçiyor!  

14 milyon kilometrekare yüzölçümüyle Avustralya'nın neredeyse iki, Avrupa'nın ise 1,5 katı büyüklüğündeymiş burası. Sir Francis Drake'in sert havası ve Gulf Stream'in altı katı büyüklüğündeki akıntı nedeniyle ekibiyle birlikte içinden geçerek Cape Horn'a sürüklenip de geri dönemediği ve adını ondan alan Drake Boğazı'ndan geçerken mide bulantısına karşı gerekli ilaçları yanınızda bulundurun diye uyarmayı unutmuyor turun rehberi. Burası dünyanın en sert denizlerinden ve Antarktika'nın vergisi olarak bilinen bir geçit. Daha sonra Güney Shetland Adaları'nı geçerek buzul fiyortlarına vardığınızda ortalık sükunete kavuşuyormuş. Orada tamamen sakin, uçsuz bucaksız beyazlardan oluşan, bambaşka bir dünya sizi bekliyor.


Burayı gösteren ilk haritanın Piri Reis'in haritası olduğu iddia ediliyormuş. Captain Cook belli bir noktaya kadar güneyi gösteren ve daha sonra "daha güneyde başka bir kıta olamaz, olsa da yaşam falan yoktur, benden buraya kadar" çizimi yapmış ama yanılmış. Keşifle ilgili çeşitli bilgiler var. Adayı ilk bulanın 1820'de Rus donanmasından Kaptan von Bellingshausen olduğu söyleniyor. Gemisiyle üç yıl boyunca dünyanın çevresinde dolaşarak gerçekleştirdiği keşif sonrasında 66. paralele kadar inip adanın varlığını görmüş. 

Kuzey denizlerini çok iyi bilen ve hayali Kuzey Kutbu'na ulaşmak olan Norveçli kaşif Amudsen ise 1900lerin başında Kuzey Kutbu'nun keşfedildiğini öğrenince "o zaman ben de Güney Kutbu'nu keşfederim" diye yola çıkarak coğrafi olarak Güney Kutbu noktasına bayrağı dikiyor. Ardından gelenler için de bir mektup bırakıyor. O zamanlar tabi "Ben geldim" diye Instagram'da, Twitter'da zafer işaretli pozlar yayınlamak olmadığı için (:P) gariban Kaptan Scott da hâlâ yollarda. Ulaşınca mektubu bir görüyor ki kıta kendisinden önce keşfedilmiş. Günlerce, aylarca süren zorlu yolculuk ve hayatta kalma savaşı büyük bir hayal kırıklığı ile bitiyor ve Scott'un ekibindeki dört kişi kafayı üşüterek ya da donarak ölüyor. Scott ise son erzak bıraktıkları noktaya 18 km kala ölüyor. Kutba ulaştığına dair tek kanıt, üzerinden çıkan Amudsen'in mektubu oluyor. 


Bir de 1915'te Weddel Denizi'nde buzlar arasında sıkışıp, altı ay yerinden kıpırdayamayan Endurance Gemisi ve ekibin İrlandalı kahraman lideri Shackelton hikayesi var ama artık uzatmamak için detaya girmiyorum. Sadece adanın ulaştıkları ve mahsur kaldıkları o en içlerdeki noktalarında ölçülen sıcaklıkların ortalaması -60 civarındaymış. Ve o yıl -89'lara kadar düşüş olmuş! Bu keşif hikayeleri tabi ki bir ucuyla diğer ucu arasındaki mesafesi 4500 km olan adanın bizi hiiiç ilgilendirmeyen bölümlerinde geçiyor. Turist olarak gidecekseniz eğer en kuzeydeki yarımada çıkıntısında kar yağışlı, -2'lerle +1'ler arasında gidip gelen bir hava sizi bekliyor. 

Ve sonunda ulaştığınızda bir sürü penguen cinsine ev sahipliği yapan adanın gerçek sahiplerini her yerde görüyorsunuz. En büyükleri boyu bir metreye kadar çıkabilen imparator penguenler. Genelde yazın buradalar, kışın ise daha kuzeye Galapagos, Güney Afrika ve Brezilya'ya kadar çıkıyorlar. 


Adanın diğer en önemli sahipleri ise balinalar ve foklar. Mavi balina yağı iki yüzden fazla iş kolunda kullanıldığı için adanın üçte ikisi balina istasyonlarıyla kaplı. Tek bir mavi balinanın yağının ticari değeri yarım milyon dolar civarında. Sırf para kazanmak amacıyla iki yıl burada kalıp dünyalığını kazanıp evine dönen balinacılar varmış zamanında. Şimdi denetimler çok daha sıkıymış elbette. Ancak 1930'larda 200000 mavi balina öldürülmüş ve neredeyse soyları tükenmek üzereymiş. Şu an ise tüm dünyada 4000 civarında mavi balina olduğu söyleniyor. Hatta sayıları artıyormuş çünkü Japonya dışında balina avlayan ülke kalmamış (tamamen bilimsel nedenlerle avlıyoruz deseler de, aslında sushisel nedenler olduğu tahmin ediliyor).

Antarktika'da fokların, balinaların ve penguenlerin hepsinin besini krill karidesi denen bir karides türü. Müthiş bir omega-3 kaynağı olan bu besinin biyokütlesi insanınkinin yedi katı. Yani tonlarca tüketilmelerine rağmen bitecek gibi değiller. Hatta açlığa çözüm olabilir mi diye de araştırmalar yapılmış ama ne yazık ki çok toksik oldukları görülmüş. Tutulduktan sonra üç saat içinde tüketilmeleri gerektiği için bizlerin beslenmesinde kullanılamıyorlar. Yoğun oldukları yerlerde kokularıyla "ben buradayım!" dedikleri söyleniyor. O yüzden bunlarla beslenen balinaların fışkırttıkları sulara da bulanmamaya dikkat edin derim. ;)


Adanın %98 buz ve %2 kayalıklardan oluşan yüzey yapısı 3 km kalınlığında buzla kaplı. Buz dediğimiz şey bizim kırç kırç karda yürüdükten sonra oluşan buza hiç benzemiyor tabi, bildiğin sert kaya gibi. Dünya üzerindeki buzulları yüzde 70'i burada bulunuyor. Ama dümdüz, beyaz çöl gibi bir görüntü yok karşınızda. Fiyort yapısı olduğu için girintili çıkıntılı sahil şeridi, dağlar, tepeler, kaya kütleleri var. Güneş vurduğunda oluşan görüntüler gerçekten büyüleyici.

Bu arada pek çok ülkenin, en çok da Britanya'nın araştırma üsleri var kıtada. Zaten ada halkını oluşturan nüfus da bu üslerde yaşayan araştırmacılar. Ve sadece iklim ya da hayvanların yaşamı ile ilgili araştırmalar yapılmıyor burada. Astrolojiden jeolojiye ve uzay çalışmalarına kadar pek çok alanda araştırmalar yapmak için çok uygun bir yer Antarktika.

Dünyanın bin bir türlü halini görmek en bayıldığım şeylerin başında geliyor. Bunun en layıkıyla gösterenlerden biri olan Fest Travel'a, harika görseller eşliğinde yaptığı Antarktika sunumu için turun rehberi Sayat Turabik'e, bir tıkla karşıma çıkan bu harika görsellerin sahiplerine ve sayesinde onlara ulaştığım Google'a ve gitmeyi planladığım bir yer olmasa bile görmek, dinlemek, öğrenmek için orada hazır ve nazır bulunan meraklı tarafıma teşekkür ediyorum.

Şimdi izninizle ben bir denize girip geleceğim. ;) Ee, ne de olsa aşkımızla buluştuk. Büyük olasılıkla Çınarlar Beach'in güzel bir köşesinde yerimizi kaptık ve Kaş buz gibi denizine çoktan alıştık (yani umarım öyle olur, çünkü bu yazıyı Çarşamba günü yazdım ve İstanbul hâlâ tam anlamıyla ısınmış değil! Ama Kaş yapmaz öyle şeyler, değil mi?). Artık bir süre Instagram, Facebook ve Twitter hesaplarından görüşmek dileğiyle harika bir hafta sonu diliyorum sizlere. 

2 yorum:

Mehmet Bilgehan Merki dedi ki...

Antartika söyleşisi Timur Özkan'ın mıydı? Bir kaç sene kadar önce gitmişti.

Imge dedi ki...

Mehmet Bilgehan Merki,

Rehber ve anlatıcı Sayat Turabik'ti.