Gezinin üç günü bitti bile. Ne çabuk! :( Dördüncü gün bavullarımızla yola çıkarken bu kez arabanın arka koltuğuna bir de plaj çantası yapıyoruz. Olur da yemek ve gezme molası vereceğimiz Cefalu'da deniz ve hava güzel olursa kendimizi kızgın kumlardan serin sulara atarız diye düşünüyoruz. Gerçekten de Cefalu'da upuzun bir kumsal bizleri bekliyor ama deniz o kadar da davetkar görünmüyor ne yazık ki. O zaman biz de fotoğraflarımızı çekip yemeğe gideriz. ;)
Dalgalar hemen aşağımızdaki kayalıklarda patlarken La Scoglio Ubriaco adlı restoranın denize bakan açık terasında güzel bir öğle yemeği yiyoruz. Bir günlüğüne deniz ürünlerine ara veren kişi benim bu arada. Madem fıstığı da bol adanın, o zaman fıstık soslu ızgara et deneyeyim dedim ve hiç de pişman olmadım doğrusu. Deniz ürünlü risotto da iyiydi, yediğimiz en güzeli de değildi hani. Yine de yemekleri, servisi ve keyifli terasıyla önereceğim bir yer burası.
Yemekten sonra şehrin sokaklarında ve dükkanlarında minik bir tur atıyoruz. Daha yaz döneminde gelinseymiş, burada da bir gün kalınabilirmiş diye düşünüyoruz. Şirin bir yazlık balıkçı kasabası hali var. Dükkanları da çok zevkli. Hatta taşıyabilsem Il Dodo'da gördüğüm agave bitkisi liflerinden yapılmış aydınlatma ürünlerinden birkaç tane getirirdim kesin!
Katedral'e çıkmıyoruz, ilginç bir müze olduğunu duyduğumuz Museo Mandralisca'yı gezmiyoruz, çünkü artık yola çıkmamız gerekiyor. Burası sadece bir mola durağıydı. Ve bir saat yolumuz kaldı Palermo için.
Palermo'da bu kez B&B Cannoli'de kalıyoruz. Limana ve alışveriş caddelerine, şehrin tarihi noktalarına ve semt pazarlarına yürüme mesafesinde bir binada yer alan B&B'de yine elimize bir tomar anahtar tutuşturuluyor. Önce girişteki devasa ahşap kapıyı açıp, avluya giriyoruz. Sonra o eski tip asansörlerden birinin anahtarı, dairenin anahtarı ve en son da odamızın anahtarı. B&B Cannoli'de odamız tavan pencereli, keyifli bir çatı katı.
Buranın en önemli avantajlarından biri de kendine ait park yeri olması. Dolayısıyla iki günlük otopark ücretinden kurtuluyoruz. Bu da yaklaşık 30 Euro eder, çünkü "burası Sicilya, araba kiralık, ne olur ne olmaz" diyerek özel park yerlerine arabayı bırakmayı tercih ettik. Siz de edin. Ayrıca her zaman tüm kapılar ve bagaj kilitli yolculuk yapılacak, kuralını da unutmayın. Önünüze bisikletle çıkıp, sorular sormak isteyen sevimli öğrenciler sizi oyalarken arkadan bagajımızı kaçırabilirlermiş biz turistlerin. Tamam, İstanbul'dan her şeye alışkın olabiliriz ama bir yerin yerlisinin uyarılarını da dikkate alırız hani.
Akşamüstü saatlerinde odaya girip, yerleştikten sonra B&B sahibinin önerisiyle önce limana iniyoruz. Cruise gemilerinin kalktığı liman değil de diğer taraftaki küçük marinanın olduğu yerde aperitivo molası vermek için uygun, açık hava bir yer var. Önce orada günü batırıyoruz.
Oradan çıktıktan sonra Vittoiro Emanuele Caddesi üzerinden yürüyerek Vucciria pazarına gidiyoruz. Burada gündüz pazar yeri kurulurmuş, gece ise bizim İstiklal'deki kokoreççiler, midye dolmacılar gibi sokak gıdaları satan büfelerde iğne atsan yere düşmezmiş. Buna da gece pazarı diyorlar. Biz de aç olmamamıza rağmen hem pazarı görelim hem de kokulara dayanamazsak minik bir atıştırma yapalım diye gittik ve pazarın en sağlıklı büfesini seçtik. Insalateria Green Food'da yediğimiz ızgara kalamara bayıldık, ama burada tabi ki ambiyans falan beklemiyorsunuz. Hatta gündüz pazarının kalan döküntüleri falan bile hâlâ her yerde, ayakta yiyip içenlerin uğultusu ve ot kokusu baş döndürücü.
Sicilya bana gitmeden de İtalyan sokak çocuğu ya da mahallenin bitirim delikanlısı gibi gelirdi. Daha salaş, paspal, haşarı, kuralsız, sert, hemen parlamaya müsait bir erkek gibi düşünürdüm Sicilya'yı. Çok da yanlış değilmiş (Taormina'yı ayrı tutuyorum). Her yerinde bu hava bu kadar yoğun hissedilmese de Palermo kesinlikle bu tanıma uygun bir enerjiye ve karmaşaya sahip. Trafiğin had safhada kuralsızlığı, 'street food' ünü nedeniyle yer yer Hindistan'ı andıran pazar yerleri, sokaklarda toplanmamış çöpler ve sokak hayvanlarının fazlalığı, liman şehri olması nedeniyle gece saatlerinde bazı yerlerde birtakım "pazarlıklara" sıkça şahit olmak, Afrikalı nüfusun dikkat çekecek kadar kalabalık olması gibi nedenlerle Palermo kendimi İtalya'dan çok Fas'ta gibi hissetmeme neden oldu diyebilirim. Bir de İtalyan şehirlerinde kendinizi şehirde gibi hissetmezsiniz ya, burası öyle değil. Bildiğin şehir kasveti çöktü üstümüze ilk gece.
Neyse, odaya dönmeden önde bir de Teatro Massimo'yu görelim. (Ertesi gün gündüz gözüyle de görüldü tabi.)
Verdi Meydanı'ndaki bu opera binası II. Victor Emmanuel şerefine yapılmış ve 1897'de açılmış. İtalya'nın en büyüğü, Avrupa'nın ise Paris ve Viyana'daki opera binalarının ardından üçüncü büyüğüymüş. Dışarıdan görüntüsü bize pek ihtişamlı gelmedi, ama içi ve akustiği harikaymış deniyor. Ayrıca Godfather III'teki opera sahnesi de burada çekilmiş.
Artık günü bitirebiliriz. Yarın tüm gün Palermo'yu keşfetmek için yeterince zamanımız olacak zaten.
İyi hafta sonları.
Palermo'da bu kez B&B Cannoli'de kalıyoruz. Limana ve alışveriş caddelerine, şehrin tarihi noktalarına ve semt pazarlarına yürüme mesafesinde bir binada yer alan B&B'de yine elimize bir tomar anahtar tutuşturuluyor. Önce girişteki devasa ahşap kapıyı açıp, avluya giriyoruz. Sonra o eski tip asansörlerden birinin anahtarı, dairenin anahtarı ve en son da odamızın anahtarı. B&B Cannoli'de odamız tavan pencereli, keyifli bir çatı katı.
Buranın en önemli avantajlarından biri de kendine ait park yeri olması. Dolayısıyla iki günlük otopark ücretinden kurtuluyoruz. Bu da yaklaşık 30 Euro eder, çünkü "burası Sicilya, araba kiralık, ne olur ne olmaz" diyerek özel park yerlerine arabayı bırakmayı tercih ettik. Siz de edin. Ayrıca her zaman tüm kapılar ve bagaj kilitli yolculuk yapılacak, kuralını da unutmayın. Önünüze bisikletle çıkıp, sorular sormak isteyen sevimli öğrenciler sizi oyalarken arkadan bagajımızı kaçırabilirlermiş biz turistlerin. Tamam, İstanbul'dan her şeye alışkın olabiliriz ama bir yerin yerlisinin uyarılarını da dikkate alırız hani.
Akşamüstü saatlerinde odaya girip, yerleştikten sonra B&B sahibinin önerisiyle önce limana iniyoruz. Cruise gemilerinin kalktığı liman değil de diğer taraftaki küçük marinanın olduğu yerde aperitivo molası vermek için uygun, açık hava bir yer var. Önce orada günü batırıyoruz.
Oradan çıktıktan sonra Vittoiro Emanuele Caddesi üzerinden yürüyerek Vucciria pazarına gidiyoruz. Burada gündüz pazar yeri kurulurmuş, gece ise bizim İstiklal'deki kokoreççiler, midye dolmacılar gibi sokak gıdaları satan büfelerde iğne atsan yere düşmezmiş. Buna da gece pazarı diyorlar. Biz de aç olmamamıza rağmen hem pazarı görelim hem de kokulara dayanamazsak minik bir atıştırma yapalım diye gittik ve pazarın en sağlıklı büfesini seçtik. Insalateria Green Food'da yediğimiz ızgara kalamara bayıldık, ama burada tabi ki ambiyans falan beklemiyorsunuz. Hatta gündüz pazarının kalan döküntüleri falan bile hâlâ her yerde, ayakta yiyip içenlerin uğultusu ve ot kokusu baş döndürücü.
Sicilya bana gitmeden de İtalyan sokak çocuğu ya da mahallenin bitirim delikanlısı gibi gelirdi. Daha salaş, paspal, haşarı, kuralsız, sert, hemen parlamaya müsait bir erkek gibi düşünürdüm Sicilya'yı. Çok da yanlış değilmiş (Taormina'yı ayrı tutuyorum). Her yerinde bu hava bu kadar yoğun hissedilmese de Palermo kesinlikle bu tanıma uygun bir enerjiye ve karmaşaya sahip. Trafiğin had safhada kuralsızlığı, 'street food' ünü nedeniyle yer yer Hindistan'ı andıran pazar yerleri, sokaklarda toplanmamış çöpler ve sokak hayvanlarının fazlalığı, liman şehri olması nedeniyle gece saatlerinde bazı yerlerde birtakım "pazarlıklara" sıkça şahit olmak, Afrikalı nüfusun dikkat çekecek kadar kalabalık olması gibi nedenlerle Palermo kendimi İtalya'dan çok Fas'ta gibi hissetmeme neden oldu diyebilirim. Bir de İtalyan şehirlerinde kendinizi şehirde gibi hissetmezsiniz ya, burası öyle değil. Bildiğin şehir kasveti çöktü üstümüze ilk gece.
Neyse, odaya dönmeden önde bir de Teatro Massimo'yu görelim. (Ertesi gün gündüz gözüyle de görüldü tabi.)
Verdi Meydanı'ndaki bu opera binası II. Victor Emmanuel şerefine yapılmış ve 1897'de açılmış. İtalya'nın en büyüğü, Avrupa'nın ise Paris ve Viyana'daki opera binalarının ardından üçüncü büyüğüymüş. Dışarıdan görüntüsü bize pek ihtişamlı gelmedi, ama içi ve akustiği harikaymış deniyor. Ayrıca Godfather III'teki opera sahnesi de burada çekilmiş.
Artık günü bitirebiliriz. Yarın tüm gün Palermo'yu keşfetmek için yeterince zamanımız olacak zaten.
İyi hafta sonları.
2 yorum:
Çok başarılı anlatmışsınız. Ben gittiğimde Museo Mandralisca'yı gezmiştim. http://www.fondazionemandralisca.it/
Palermo gerçekten güzel bir yer. Gezmeyenlere bende öneririm
Teşekkürler.
Tembellik yapmazsam Palermo'yu da yazmaya başlayacağım bakalım. ;)
Sevgiler.
Yorum Gönder