Konstantiniyye Oteli

Zülfü Livaneli'nin hayranıyım. Fikirlerinin, sözde değil özde aydınlardan olmasının, birikiminin, konuşma üslubunun, yaşam tarzının, çok yönlülüğünün, yazı dilinin -hem makalelerinde hem romanlarında-, beyefendiliğinin ve daha muhtemelen aklıma gelmeyen pek çok özelliğinin. Keşke ondan binlercesi olsa, bu ülke daha güzel bir yer olurdu o zaman, kesin! 


Romanlarının da hemen hepsini okumuşumdur ve hepsine bayılmışımdır. Yine son romanı Konstantiniyye Oteli'ni de bu coşkuyla almıştım ve yeni okuma fırsatı bulabildim. İlk kez bayıldım diyemeyeceğim bir romanla karşılaştığımı söyleyebilirim. Ama yine de okuduğuma pişman değilim, çünkü içinde bize, yani Türk toplumuna dair çok güzel tespitler var. Ama ne bileyim sanki bu kez Zülfü Livaneli'nin canına tak etmiş de -hepimizin olduğu gibi!- yıllardır gördüğümüz toplumun her türlü cahilane, şiddete dayalı, kötücül, adaletsiz, bağnaz tarafını anlatarak içini dökmek istemiş gibi geldi bana. Bu anlatmak istediklerine o kadar odaklanmış ki roman kopuk bir anlatıma dönüşmüş. Hani romandaki Emre, onun genç versiyonu olabilir, o derece! ;) Yalnız arşiv niteliğinde anlattığı bir sürü yerin altını çizdiğimi belirtmem gerekiyor, çünkü her zamanki gibi o kadar güzel çıkarımlar, tespitler var ki... Keşke bunları bir yazı dizisi olarak daha detaylıca yazsa bir platformda. 

Kısaca romanın konusundan bahsedecek olursam: İstanbul'un iş dünyasındaki kalburüstü ailelerinden biri Bizans sarayı kalıntıları üstüne yedi yıldızlı Konstantiniyye Oteli'ni inşa etmiş, birbirinden seçkin (!) konuklara bir açılış ve erken yılbaşı kutlaması daveti vermektedir. O gün orada bulunan yüzlerce davetli, holding çalışanı ve otelin servis elemanları aslında tam da Türkiye mozaiğini oluşturan renklerdir. Her birinden öyle hikayeler çıkar ki... Zaman zaman bu hikayelerden yola çıkarak yüzlerce yıl öncesinin İstanbul'unda yaşanan benzerlerine de ulaşıldığı olur. Kısacası, bütünlüğü olan bir romandan çok ülkenin özünü kaybetmiş güruhuna dair insan manzaraları anlatan ayrı ayrı hikayeler olarak okursanız daha keyif alabilirsiniz. Okunur mu? İlla ki okunur. 

Alıntılar...
...bu süslemeci, oymacı kakmacı, eskici püskücü, yıldızı yaldızı bol şehirde; disko hoparlörleri takılmış binlerce minareden aynı anda salvoya başlayarak bebekleri beşiklerinden, hastaları döşeklerinden zıplatan, bet avaz müezzin terörü altındaki bu hengâmede, post-modern arabesk haykırışlar arasında insan ruhunu yukarı çeken bir müzik nasıl yapılabilir ki?...
* Osmanlı imparatorları ile ilgili bölümleri okusalar bazı günümüz oluşumları huzursuzluk çıkarma tehdidi savurabilirler, ama endişeye gerek yok, kitap okuduklarını sanmıyorum. Henüz dizilerle meşguller. ;)
...Türklerin çoğu gibi onların da iç dünyası yok. Kendi ahlaki değer ölçülerine göre değil, başkalarına nasıl göründüklerini düşünerek yaşıyorlar. Başkaları tanımlıyor onların değerini ya da değersizliğini...
...Hiç kimsenin bir şey öğrenmeye niyetli olmadığı, bilenleri de suçladığı bu toplumda, aradaki fark az olursa herkes hemen dikleniverir, onları susturmak için farkın anormal derecede açılması gerek. Bir de tepeden bakma zırhını kuşanmak elbette...
* Bir babaanne sözü: "Tenceren kaynarken, maymunun oynarken hayatın tadını çıkarmalısın." ;)
Bunların dışında bir Kasımpaşalı ağabey portresi, Leonardo da Vinci esprisi, Yezid'in neden sevilmediği, Kürtçenin yüzyıllara dayanan varlığını anlatan şarkı, türkü, kürdi örneği, Naif ve çekingen Şaban'dan saygısız ve kaba kuvvet Recep İvedik'e dönüşen kültürümüz, Hayırsız Ada köpek katliamı gibi yeni öğrendiğim tarihimize ait utanç verici olaylar ve daha niceleri var bu kitapta. Evet, sadece bunlar için bile okumaya fazlasıyla değer Konstantiniyye Oteli'ni. 

İyi hafta sonları!

Hiç yorum yok: