İftarlık Gazoz & Carol & Timbuktu

Pazar akşamını sinema günü yapalım diyerek kendimizi İftarlık Gazoz'a attık. İyi ki de atmışız. O ne güzel bir filmmiş öyle, hayran oldum! 1970li yıllarda bir Ege kasabasındayız. Tütün işçileri, gazozcusu, yazlık sineması, toprak ağası, imamı, halk evlerinde toplanan solcu -yani tabi ki anarşik- delikanlıları, kara önlüklü öğrencileri, bigudili huysuz teyzeleri ve daha pek çok karakteriyle bizden numunelerle dolu sımsıcak bir yer. 

Okulların tatile girdiği yaz döneminde kasabanın gazozcusu Cibar Kemal (Cem Yılmaz), başarılı bir öğrenci olan Adem'in (Berat Efe Parlar) yanında çıraklık yapmasını ister. Adem dünden razıdır. Ailesini de ikna eder ve bisikletli gazoz kasasının başına geçer. Bu arada o yıl Ramazan da yaz dönemine denk gelmiştir. Ailesinin aksi yöndeki tüm ısrarlarına rağmen Adem artık büyüdüğünü ve oruç tutabileceğini iddia eder ve o sıcaklarda nefsini sınamaya kalkar. Beceremezse 61 gün kefaret orucu tutması gerektiğini imamdan öğrenmiştir ve 61 koca gün düşüncesi adeta kabusu olmuştur. 

Artık kırıntısı bile kalmamış olabilecek o hoşgörülü ortam, dünya üzerinde sadece bizde örnekleri olabileceğini düşündüğüm sağcı işçiler ( ;) ), insanı Müslümanlıktan soğutmayan bir din adamı ve din anlayışı, bikinili gençlerle piknik tüpüyle gelmiş yaşlı teyzenin hem de Ramazan'da bir arada oturabildiği bir plaj, işçilerin iftar sofralarında onlara gazoz dağıtan ağa oğlu, üniversiteli Hasan, işçilerin tarlada birlikte türkü söyleyerek ekin toplama sahneleri o kadar güzeldi ki. Bunu böyle anlatabilmek yönetmenin işi ne de olsa, Yüksel Aksu'ya helal olsun. Mutlaka görmelisiniz bu güzel filmi. Sonunda bize ait o bitmeyen acılarımızdan birini barındırıp, içimizi parçalasa da izleyin derim. 

Sırada Carol var. Başrollerinde Cate Blanchett ve Rooney Mara oynuyor. Bu kez 1950lerin Amerika'sına gidiyoruz. Varlıklı kocasından boşanmak üzere ve bir kız çocuğu annesi olan Carol (yani Cateciğim), Şükran Günü öncesi kızına oyuncak almak için gittiği mağazada satış elemanı Therese ile karşılaşır. Tesadüfen buluşan o gözlerde farklı bir kıvılcım çakar ve iki kadın birbirlerine aşık olurlar. O dönemlerden bahsediyoruz, sınıfsal da bir farktan bahsediyoruz ve bir de boşanmak üzere olan bir kadından bahsediyoruz. Carol'ın işi oldukça zordur anlayacağınız. Bence Therese için pek bir problem yok gibi, zira insanın içindeki lezbiyeni keşfetmek için karşısına Cate Blanchett gibi bir kadının çıkması bildiğin talih kuşu olabilir hani. ;) 

Neyse, sonuçta iki kadının ağız tadıyla birlikte olabilme mücadelesini izleyeceksiniz filmde. İki kadının da oyunculukları çok iyi bu arada. Rooney Mara'yı ilk kez izledim ama çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. Patricia Highsmith yazmış, Todd Haynes yönetmiş, biz de izledik. Bence siz de izleyin, seveceksiniz.  

Son olarak Timbuktu adlı filmden bahsedeceğim. 2015 yılının yabancı dilde en iyi film dalında Oscar adaylarından biri olan bu film ile de Afrika'nın Mali ülkesinin Timbuktu kasabasına gidiyoruz. Radikal Müslüman grupların iktidarı ele geçirdiği bu kasabada şeriat kuralları her geçen gün daha sert bir şekilde uygulanır. Şeytan işi müzik yasaklanır, kadınlar çarşafa ek olarak ellerine eldiven giymek zorundadır, erkeklerin futbol oynaması yasaktır, taşlama cezaları, elleri kolları otomatik silahlarla dolu, ciplerin tepesinde terör estiren sakallı manyaklar düzeni (!) sağlamaktadır. 

Bu ortamda bile kendi hallerinde, sevgi dolu aile ortamlarında yaşayan insanlar bulunmaktadır.  Çöl bedevilerinden olan Kidane, karısı Satima ve kızları Toya onlardan biridir. Hem birbirlerine hem de hayvanlarına çobanlık yapan İssan'a sevgiyle yaklaşırlar. Ancak bir gün İssan hayvanları otlatırken sürüden kaçan bir sığırın balıkçı Amadou'nun ağına takılmasıyla birlikte çölde kurdukları sakin ve huzurlu yaşam alt üst olur. 

Güzel bir filmdi. Çok etkilendiğim bir sahnesi de köyün erkeklerinin topsuz futbol oynadıkları sahneydi. Rose Water'da hapse atılan gazeteci Bahari'nin zihninde çalan Leonard Cohen şarkısıyla dans etmesi türünden bir direnişti bu da zihni körelmişlere karşı. Diğerleri kadar şiddetle öneremeyecek olsam da Afrikalı yönetmen Abderrahmane Sissako'nun bu filmi izlemeye değer.  

İyi seyirler.      

2 yorum:

Adsız dedi ki...

"İftarlık gazoz" tam da dediğiniz gibi..
Aynı baskılar, aynı acılar, aynı ezilmişliklere rağmen biz ülkecek eskiden ne güzeldik; kardeştik... Bunun ayırdına -şiddetle-varışımız ve Adem'in son bakışı bizi gözyaşlarımızla birlikte olduğumuz yere çiviledi




Imge dedi ki...

Haklısınız.. Gerçekten tokat yemiş gibi kalakaldık sonunda. Ve bu durumlarda en üzücü olanı ise "film icabı" deyip geçemememiz ne yazık ki. İçinde yaşadığımız trajediyi görmek, bu acıların hiç de abartılmadığını bilmek çok üzücü.