Haruki Murakami, bu kez on beş yaşında evinden -ya da kaderinden mi desem?- kaçmaya karar veren Kafka Tamura'nın hikayesini anlatıyor. Yine çok sevdim, ama bu kez biraz fazla uzatıldığını, anlatılmak istenenlerin biraz fazla göze sokulduğunu düşünmüyor da değilim. O yüzden kitabın ilk yarısındaki coşkum ile sonlara doğru gözlenen coşkum arasında biraz dozaj farkı oldu. Yine de bu adamın hiçbir yere bağlanmayan romanlarını bile seven biri olarak bu kez bir yere bağlanan, ana karakteri huzura eren bir romanını okuduğum için daha da mutlu oldum diyebilirim. ;)
Aslında bir ergenin kendini tanıma yolculuğu diyebiliriz bu roman için. İçine sos olarak bolca Oedipus kompleksi serpiştirilmiş. Kitabın bir yerinde geçen "hayat bir metafordur" fikrine Murakami gönülden katılıyor olmalı ki bizi yine metaforlara boğmuş. İçinden çıkamadıklarım da oldu ama canı sağ olsun, bunun için kendisine küsecek değilim. ;) Peki on beş yaşındaki bu delikanlı hidayete erdi mi, diyecek olanlara ise biz otuz sekiz yaşında erememişiz yahu, o kadar kolay mı bu işler, diyorum naçizane. Ama Allah standarttan ayırmasın, doğru bir yola girdi sayılır evladım, çok şükür. ;P
Alıntılar:
...Gözlerini kapatman hiçbir şeyi değiştirmez. Gözlerin kapandı diye, hiçbir şey silinip gitmez. Bu bir yana, gözlerini bir sonraki açışında her şey daha da kötüleşir. Biz işte öyle bir dünyada yaşıyoruz. Adam gibi gözlerini aç! Göz kapamak, korkakların işidir. Gerçeklere göz yummak çok alçakçadır. Sen gözlerini kapatıp kulaklarını tıkasan bile zaman akmaya devam eder. Emin adımlarla...
...Hayal gücünden yoksun, sığ, hoşgörüsüz. Başına buyruk tezler, içi boş laflar, dağınık ideolojiler, kalıplaşmış sistemler. Beni gerçekten korkutan, böyle şeyler işte...
...İnsan kendisinin eksik bir parçasını bulmak umuduyla aşık olur. O yüzden de aşık olduğu insanı düşünürken, kişisine göre değişmekle birlikte, az ya da çok hüzünlenir...
...Savaş, savaşın içinde gelişir. O şiddet sonucu akıtılan kanı içer, şiddet sonucu parçalanan etleri yiyerek büyür. Savaş, bir tür bütünlüğü olan canlı gibidir...
...Belki de dünyadaki hiç kimse özgürlüğü arzulamıyordur. Arzuladıklarını sanıyorlar sadece. Her şey bir ütopya. Eğer ellerine özgürlük gerçekten geçecek olsa, çoğu insan ne yapacağını şaşırır. İnsanlar aslında özgürlüklerinin kısıtlanmasından hoşlanırlar... Nihayetinde bu dünyada yüksek ve sağlam çitler inşa edebilen insanlar ayakta kalır. bunu reddetmeye kalkarsan kendini çorak arazilere sürgün edilmiş bulursun...
Yemek Zamanı
Kitap okumanız bittiyse sofraya buyrun! ;) Geçtiğimiz haftalardan birinde bahar geldi sanarak acayip rüzgarlı bir Pazar günü sahil yürüyüşümüzü yaptıktan sonra modern balıkçı sanarak denediğimiz Kiss The Frog'dan bahsedeyim size. Öncelikle modern balıkçı demeyelim de "seafood brasserie" diyelim isterseniz, bakın kartında da öyle yazıyor zaten.
Menüsünde bir sürü değişik deniz ürünlü yemek olduğunu göreceksiniz. Bence başarılı ve leziz uyarlamalar yaratabilmişler. Sadece porsiyonlar küçük ve biraz pahalı bir yer, aklınızda olsun. İsocum Brüksel usulü midyeye bayıldığı için şaraplı midye tenceresini illa ki deneyecektik - ki bence fena değildi ama bütün kumlu midyeler İsocum'a geldiğinden olabilir tabi. ;) Diğer iki tabak ise ufacık tefecik ama bence son derece lezzetliydi. Biri kök sebze püreli ızgara kalamar, diğeri ise istiridye soslu ve kalkan balıklı değişik bir yemekti. Yanında beyaz şarap da söyleyince bu üç minik tabak için neredeyse enikonu bir rakı sofrası kadar hesap ödemiş olduk. Yine de değişik lezzetler denemek için uğrayabilirsiniz.
Gitmeden önce de iştahınızı kapatacağım izninizle. Gayrettepe Kebabi'den eve patlıcan kebap siparişi vermiyorsunuz. Çünkü şöyle bir şey gönderip, yüzsüzce de onun patlıcanlı kebap olduğunu savunuyorlar.
Ama üzgünüm, bu kez bir kebapbilire çattınız! O yüzden artık sizden sipariş vermek yok. Mahallemizin kebapçısı, servisine ve kebaplarına bayıldığımız Güler Ocakbaşı evlere gönderim yapsa zaten başka alternatif bakmazdık ama n'apalım, oldu bir kere. Siz siz olun, Gayrettepe civarındaysanız kebap için Güler'den şaşmayın. Gerekirse kalkıp pijamalarınızla gidin, ama üşenmeyin, gidip orada yiyin bence kebabı. Bu bir Adanalı tavsiyesidir, dikkate almalısınız bence. ;)
Bu arada haftaya yine seyahat zamanı. Çoğu daha önce gördüğümüz yerleri daha da içimize sindirerek gezmek için kaçıyoruz bir haftalığına. O yüzden genellikle Instagram'da olurum sanki. Oraya beklerim. Olmazsa sonraki hafta burada buluşmak üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder