Körburun ve Yolda

Son haftalarda okuduğum iki güzel kitaptan bahsetmezsem olmaz. Son günlerde adını çok sık duyduğum Körburun'u bitirdim iki gün önce ve uzun zamandır okuduğum en güzel romanlardan biri olarak tüm zamanların en iyileri listeme de ilk sıralardan yerleştirdim kendisini. Hikmet Hükümenoğlu'nun son romanı Körburun, aynı isimli bir adada geçen bir öykü. Bizim öykümüz. Toplumumuzdaki nefretin, bastırılmış öfkenin, faşizmin, görmedim-duymadım-bilmiyorum zihniyetinin öyküsü. Görünürdeki toplumsal öfke patlamalarının nedenlerinin ardında yatan vasıfsızın vasıflıya, ezbercinin sorgulayana, ikiyüzlünün dürüste karşı biriktirdiği kinin öyküsü. Üç nesil boyunca adadaki bu hayatın bir parçası olarak, on yıllar da geçse üstünden aynı kafaların devam ettiğini, temelde aynı patlamaların farklı versiyonlarının yaşandığını görmek umut kırıcı olduğu kadar gerçekçi de. 

Ve adadaki en dürüst, en "gören", en vicdanlı, en sevilesi insanın Neriman Abla olduğunu fark etmek de son zamanlarda  sıkça karşımıza çıkan "imkanı olan delirsin" sözünü doğrular nitelikte. Sözde akıllı geçinenlerin dünyasına katlanmanın bir yolu, bir savunma mekanizması olarak kullanılabilir bir yöntem "kafayı üşütmüş" olmak. İnsanların değil kedilerin seni anladığı bir yaşam sürmek bile başlı başına ne kadar  doğal, basit, düz ve iyi bir yaşam sürdüğünün kanıtı olabilir bence.  



İçime oturan o kadar çok şey oldu ki. Dimitri Paşa'nın, konağının ve köpeği Loki'nin başına gelenler, eczacı Semiha Hanım ve Hayri gibi nefretle beslenen eziklerin gerçekliği, hamaset ile yapılabileceklerin boyutları, Meral Hanım'ın Reyhan karşısında hissettiği ezikliğin Hayri'nin ezikliği ile ne kadar benzerlik gösterdiği, Rumlara yaşatılanlar ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi devam etmeler, Seher'in yıllar süren görmemeyi tercih etme durumu sonrasında yaşadığı travma, mutlu görünen mutsuzlar, bozuk da olsa kokuşmuş düzeni sürdürdüğü sürece mutlu olabileceğini bilen faşist niteliksizler. Her karakter apayrı bir hikaye ve hepsi de son derece bizden ve gerçek. Bu yüzden de gerçekten çok etkileyici bir roman Körburun. (İyi ki var olmayan bir adaymış bu arada, kitap biter bitmez "ulen acaba bizim de bilmediğimiz bir pislik daha mı çıkacak tarihin tozlu sayfalarından?" diye araştırdım ama neyse ki hayali bir ada çıktı. Pislik stokumuz yeterince yüklü olduğu için yenilerine hiç gerek yok zira!)  Mutlaka okumanızı öneriyorum. Ben yazarın önceki romanlarını da İdefix listeme ekledim bile çoktan.  

Alıntılar...
(Sayfalarca alıntıdan sadece birkaçı)
* Körburun kafası böyleydi işte. Senin hakkını yemişler kardeş, dedin mi akan sular dururdu. Sanırsın ki bütün hakkı yenmiş garibanları toplayıp buraya yerleştirmişler. Hepsi tam köşeyi dönecekken, tam kıçını oynatmadan zengin olabilecekken Allahsızın teki önlerini kesmiş, kısmetlerini ellerinden almış. 
* Annemin dergilerden prensler, kraliyet aileleri, Amerikan başkanları fotoğrafları kesip, sakladığını anlatmış mıydım? Özenle mektup kağıtlarına yapıştırır, dosyalara ayırır, klasörler hazırlardı. Monako klasörü, Kennedy klasörü, İngiltere klasörü falan diye. onun da hobisi bu diye düşünürdüm. Ben futbolcu fotoğrafı biriktiriyorsam o niye prens bilmemkimin fotoğrafını biriktirmesin? Ama şimdi düşününce insanın içi acıyor. 
Şimdi düşününce insanın bir dolu şeye içi acıyor. Çocuk olmanın en iyi tarafı bu sanırım, hiç böyle şeyler düşünüp içini acıtmıyorsun. 
* Karşındakini yargılamayı bırakırsan "bana zarar verdi" yargısından da kurtulursun. "Bana zarar verdi" yargısından kurtulursan, zarar dediğin şeyden de kurtulursun.
* Zalime boyun eğmeyecek kadar güçlü ol ama zalim olacak kadar güçlü olma.Güce aşık olma. Güce aşık olursan o güç elinden gitmesin diye korkak olursun,, korkaklığını gizlemek için de zalim olursun.
* Eğer bir şeyleri değiştirmek istiyorsak, işe bu çürümüş eğitim sistemini değiştirmekle başlamalıyız... Ancak bu o kadar kolay değil, çünkü çocukları da kendileri gibi olsun istiyorlar. Niye biliyor musun? İleride onları suçlamasınlar diye. hesap sormasınlar diye. Onlar da korkak olsun ama korkak olduğunu bilmeyen korkaklardan olsun. 
Yolda 

Diğer kitap ise çok sevdiğim bir yazar olan Buket Uzuner'in Yolda adlı kitabıydı...ki tahmin edebileceğiniz üzere yol hikayelerinden oluşuyor...ki yine tahmin edebileceğiniz üzere hem yol hikayeleri hem de harika bir yazar bir araya gelmişse o kitabı okumamam düşünülemez. 



Buket Uzuner bu kitabında yedi farklı şehre yaptığı yolculuklar sırasında tanıştığı kişilerle sohbet ederken öğrendiği ilginç hikayeleri paylaşıyor bizlerle. Bunların arasında Marakeş'te bir tren yolculuğu, Madrid'de ünlü bir yazarın okuma etkinliğine birlikte gittikleri bir limuzin yolculuğu, Honolulu'ya uçuş, Helsinki'de sonradan olma obez, güzel Angela ile yol arkadaşlığı, Berlin, Hiroşima ve Montreal'den her biri insana ait, keyifle okunan öyküler. Bir günde okuyabileceğiniz ve o sırada çok farklı dünyalara yolculuğa çıkabileceğiniz güzel bir kitap. Okumanızı öneririm.

Bu arada kitap şu cümleyle başlıyor: "Seyahat, seksten ve dans etmekten sonra insanların hayatta en fazla zevk aldıkları fiziksel aktivitedir." Vallahi benim için dans etmekten çok daha keyifli olduğu kesin. Californication'ın ikinci sezonunu bitirdiğim şu günlerde seks konusunda konuşmak bile istemiyorum! Zira o normlardan anladığım kadarıyla 17 yıldır tek eşli yaşayan birinin seks konusunda yorum yapma hakkı bile olamaz gibi görünüyor. ;)) Neyse, iyi ki Los Angeles'ta yaşamıyoruz diyerek bu konuyu açtığım hızla kapatıyorum. ;) 

Bu arada her zaman inanarak derim: "Kitap en güzel seyahattir."  
İyi okumalar.

İstanbul'da Tam Gaz Hayat!

Hâlâ Kaş'ta yaşıyor olmaktan dolayı çok mutlu olmama rağmen İstanbul'daki bazı etkinlikleri gördükçe ağzımın sulanmasına engel olamadığım doğrudur. ;) İtiraf ediyorum ki sergi gezmeyi ve tiyatrolara gitmeyi çok özlemişim. İstanbul'un benim için tek cazip yanı bunlar zaten. Kitap ve film takibini Kaş'ta da halledebilirim çünkü, ama geri kalanlar için İstanbul'a bağımlıyız ne yazık ki. Geçen hafta maillerimde ve takip ettiğim bloglarda gördüğüm etkinlik ve eğitimlerden bazılarını paylaşmak istedim bugün. Ben bir kısmını kaçıracağım ama belki sizler gitmek istersiniz. 

Öncelikle Borusan Contemporary'de Günümüz Sanatı // Bir Başka adlı bir etkinlik dizisi başlıyor. Konuşma, workshop ve performanslardan oluşan on etkinlik ile sanatın güncel yönelimlerini merak edenlerin buluşması gerçekleşecek. Tabi ki güzeller güzeli Perili Köşk'te yapılacak bu etkinliklerin Ekim-Haziran ayları arasında gerçekleştirilmesi planlanmış. İlki ise 1 Ekim Cumartesi Bir Başka Ses: Akustik Müdahale ve Sanat. Detaylı program bilgileri için Borusan Comtemporary sayfasına bir göz atın derim.  


SSM etkinliğinde ise tarih ve biz kadınların bayıldığı mücevher bir arada. ("Biz kadınlar" derken son üç senedir kuaföre gitmemiş, son dört aydır makyaj yapmamış, heves edip aldığı boncuklu halhalı, bilekliği bile aldığı gün dışında takmamış benim gibi kadınlardan bahsetmiyoruz tabi ki. Lafın gelişi "biz kadınlar" işte. ;) ) 8 haftalık bu eğitimin açıklamasını genel olarak aşağıdaki görselden de okuyabilirsiniz. Bana ilgi çekici geldi doğrusu. Daha detaylı bilgi ve katılım içinse buraya tıklamanız yeterli. 


Kaçıracağım için üzüldüğüm etkinliklerden biri de Cirque du Soleil'in Varekai'si oldu. Ka'da neler yapabildiklerini gördükten sonra bu grubun hiçbir gösterisini kaçırmayı istemezdim doğrusu. Ama ben İstanbul'da olsam bile İsocum olmayacağı için kısmet değilmiş diyor, bizim yerimize izlemenizi diliyorum. Biletler ve Varekai'nin öyküsü için buraya uğramayı unutmayın.  


Ve gelelim tiyatroya... 

Tiyatro meraklılarının mutlaka izlemesi gereken sevgili İzzet Şahap'ın blogunda 2016-17 sezonunun oyunlarını görmek, içimde İstanbul'a dönüş ile ilgili bir istek kıpırdanması başlamasına neden oldu diyebilirim. O kadar çok sayıda ve güzel oyun bizleri bekliyor ki bu sezon. Hepsini buradan okuyabilirsiniz.

Aralarında izlediğim birkaç oyun var ama bir sürü yeni ve heyecan verici proje de bana oradan göz kırpıyor. Babil, Mam'Art'ın Nereye Gitti Bütün Çiçekler? oyunu, Kumbaracı50'nin Pera'nın Zamanı, Tiyatroİn'in Akciğer'i ve yıllardır bir türlü izleyemediğim Erdal Beşikçioğlu'nun sahnesiyle Bir Delinin Hatıra Defteri bu yıl ilk hedeflerim arasında yer alıyor. Bir de listede göremediğim ama çok merak ettiğim Haluk Bilginer ve Esra Bezen Bilgin'in başrollerde olduğu Pencere adlı Oyun Atölyesi oyunu var tabi görmek istediklerim arasında. Anlayacağınız bu sezon da İstanbul'daki planım sanata boğularak nefes almayı sürdürmek. 

İyi haftalar hepimize!

Kaş Günlükleri #7 : Günbatımları

Aşık olunası günbatımları olan bir yer Kaş. Gündoğumları için ise sizi Meis'e alalım. ;) Çünkü Kaş'ın ardında yükselen kayalık tepelerin arkasından doğan güneşi bizler göremiyoruz. Ama günbatımları gerçekten olağanüstü. 1 Temmuz'dan beri buradayım ve her gün ayrı bir mucizeyi izliyormuşum gibi heyecanla günün battığı saatleri bekliyorum. Gökyüzünde o saatlerde oluşan renkleri ressam olup tuvale aktarsam gerçekçi bulunmaz muhtemelen. Pembe ve mor tonları, koyulaşan maviler, sarılar kırmızılar ve turuncular, bazen onlara eşlik eden ve güneşi kapatmadıkları sürece daha etkileyici görüntüler de çıkmasını sağlayan bulutlar... Yok yahu, 80 günün sonunda bu görüntüyü izlemeye doyamayacağımı anladım. Yapacak bir şey yok. Ben Kaş'ın farklı yerlerinde de olsa günü batırmak için hep hazır ve nazır olacağım. 

Bu postun kalanında da elbette fotoğraflar olacak.

Bunlar bizim balkonumuzdan çektiğim fotoğraflar

Yarımada'dan şehre dönerken yürüyüş rotamda çektiklerimden

Eskiden günü batırmaya DejaVu'ya giderdik. Bu yaz başka yerlerde de güneşin belki de çok daha güzel battığını keşfettiğimiz yaz oldu. Yine de aşağıdaki de Merkez'de İsocum tarafından çekilmiş bir günbatımı fotoğrafı. 


Büyükçakıl'da gün nasıl batıyor diye merak edenler için de aşağıdaki fotoğraflar gelsin. Bunlara bakarken arka fona denizin kıyıya vuran hafif kıpırtılarının çakılları oynatırken çıkardığı sesleri de ekleyin zihninizde. 


Çınarlar'da yakalandığımız çılgın yağmur sonrası denizin dümdüz, havanın limonata olması ve ıslak her şeyimizi eve bıraktıktan sonra Marina'da günbatımına karşı bira içmeye gittiğimizde gecikmeli de olsa yakaladığımız renkler aşağıda. 


Ve kapanışı da İsocum'un telefonundan iki günbatımı manzarasıyla yapayım. Motorla tek başına yaptığı Yarımada turları sırasında çektiği iki kare. İkisi de bizim de geçtiğimiz senelerde kaldığımız otellerden biri olan Çapa Otel'in olduğu koyun tepesinden çekilmiş. Yarımada'nın da en güzel gün batırma noktası orası mı acep? ;)


Benden şimdilik bu kadar. Her yerde hava kışa dönmüş sanırım. Burada da etkileri görülüyor o soğukların elbette. En çok da dalgalı deniz, sersem edici bir rüzgar ve arada sırada bulutlanan ve yağan hava şeklinde. Akşamları üstümüze bir hırka, polar falan almamız gerekiyor. Onun dışında her şey tam olması gerektiği gibi. Kaş gibi işte. Kısaca tek kelimeyle mükemmel. 

Hepimize iyi haftalar diliyorum. 

Bimer'in Caretta Caretta'larla ilgili Başvuruma Yanıtı

Biliyorsunuz caretta caretta'lara yaz döneminde yapılan insan eziyetinden ve onları doğal ortamında rahatsız etmemizden ve hatta kimi zaman onları doğal ortamlarından etmemizden çok rahatsızdım. Ve bu konuda birçok kurumu ayağa kaldırmaya çalıştım yaklaşık bir ay önce. Sizi de bu konularda aşama aşama bilgilendireceğimi söylemiştim. En son bilgilendirme postum, yani son kaldığımız yer burada

(Görsel: Google sağ olsun. ;) )

O sırada henüz resmi ve yazılı açıklama gelmediği için bahsetmediğim BİMER (Başbakanlık İletişim Merkezi) konuşması da gerçekleşmişti ama dediğim gibi henüz yazılı açıklama gelmediği için oraya yazmamıştım. Ama söylemeden geçemeyeceğim bu konuyla en çok ve ciddi biçimde ilgilenen kurum BİMER oldu. Bekletmemek için arayıp telefonda bilgi veren çalışanları, konuyu ilgili başka kurumlar ve Kaş'taki plajlarla da takip eden çalışanları, teşekkür etmeleri ve önerileri dikkate almalarıyla kocaman bir "helal olsun"u hak ettiler benden - ki tıpkı Kaş Belediyesi gibi onlardan da hiç ses çıkmayacağını düşünüyordum. 10 Ağustos tarihli başvuruma son derece profesyonelce bir geri dönüşle beni yanılttıkları için çok memnunum.  

Uzun konuşmamız dışında gelen yazılı yanıtı da sizlerle olduğu gibi paylaşıyorum:

"Sayın İMGE TAN ,
Yapılan incelemede; Kurumumuz ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından herhangi bir ihbar alınmadığı ve resmi kanalla müdahalede bulunulmadığı öğrenilmiştir. Söz konusu olayla ilgili olarak, Derya Beach yetkilileri, Dalış hocası Özcan KEÇELİ ve DEKAMER (Deniz Kaplumbağaları Araştırma ve Uygulama Merkezi) müdürü Prof. Dr. Yakup KASKA ile de görüşülmüş ve olay hakkında bilgi alınmıştır. Yapılan tüm incelemeler ve görüşmeler sonucunda; Söz konusu deniz kaplumbağası ısırma vakası ile ilgili şikayetler üzerine, Prof. Dr. Yakup KASKA’nın bilgisi dahilinde deniz kaplumbağasına zarar verilmemesi, gerek işletmeciler gerekse halktaki tansiyonu düşürmek adına Kaş’ta bir dalış okulu hocası ve öğrencileri tarafından kaplumbağa denizden bir botla alınmış ve bu esnada deniz kaplumbağasının yaralı olduğu tespit edilmiştir. Ekte yer alan fotoğraflarda görüldüğü üzere, arka ve sol kabuk plaklarının kırık ve enfekte olması nedeniyle tedavisinin yapılabilmesi için Dalyan-İztuzu’ndaki DEKAMER’e gönderilmiştir. DEKAMER sorumlusu Prof. Dr. Yakup KASKA ile yaptığımız görüşmede de deniz kaplumbağasının şu anda tedavisinin devam etmekte olduğu, durumunun iyiye gittiği ve 1 aylık bir tedavi sürecinin ardından alındığı noktadan denize bırakılacak olduğu ifade edilmiştir. Kurumumuz tarafından olayın takibi yapılmaya devam edilecektir.
Son dönemlerde ısırma vakalarında yaşanan artışlarla ilgili olarak Deniz Kaplumbağaları Bilim Komisyonu üyesi olan DEKAMER Sorumlusu Prof. Dr. Yakup KASKA’nın konu ile ilgili açıklamasında;
"Çeşitli amaçlarla özellikle turizm bölgelerinde deniz kaplumbağalarının beslendiği son birkaç yıldır bizim gözlemlerimiz, ihbarlar ve medyada çıkan haberlerden takip edilmektedir. Bu faaliyetler deniz kaplumbağalarının o bölgeye alışması, üreme biyolojisi açısından önemli göç döngüsünün bozulması, bölgeyi sahiplenme gibi sonuçlar doğurmaktadır. Böylelikle koruma altında olan deniz kaplumbağaları zarar görmekte ve çeşitli davranış bozuklukları gösteren bireyler olabilmektedir. Deniz kaplumbağalarının etkin şekilde korunması, kamu sağlığı ve doğal ortamında yaşayan deniz kaplumbağalarının sağlığı açısından sakıncalı olduğu aşağıdaki eylemlerin engellenmesi gerekmektedir. Bu eylemler durdurulduğu takdirde hem deniz kaplumbağalarının daha etkin korunması sağlanacak, hem de kamu sağlığı açısından son günlerde basına yansıyan ısırma vakalarının da önüne geçilmesi için bir adım atılmış olacaktır.” denilmektedir.
Bu konuda kurumumuz ilgili şeflikleri deniz kaplumbağalarını besleyen turizm işletmeleri ve kişileri uyarmaları konusunda görevlendirilmiş olup, konuyla ilgili önlem alma ve bilinç oluşturma adına “Deniz kaplumbağalarının doğal yaşam alanlarında kesinlikle beslenmemesi, deniz ve kıyı alanlarında deniz ürünü satan/avlayan kişi ve işletmelerin balık, yengeç vb. atıklarının denize atılmasının yasaklanması ve bu eylemleri göstermekte ısrar eden kişi ve işletmelere yasal işlem uygulanabilmesi adına gerekli olurların üst yönetimlerden alınması hususlarında gerekli girişimlere başlanmıştır. Ayrıca, deniz kaplumbağalarının denizde görülmesi halinde herhangi bir sebeple (sevmek, turistik gezi kapsamında hayvan göstermek vb) kaplumbağalara yaklaşmanın ve hayvanı strese sokacak eylemlerde bulunulmasının engellenmesi amacıyla turizm işletmelerinin bilgilendirilmesi, yerel halk ve tatilcileri bilgilendirecek tabela-afiş gibi görsellerin hazırlanması, deniz kaplumbağalarının beslenmemesi konularında yerel yönetimler, sahil güvenlik komutanlığı, bilim adamları ve işletmelerle işbirliği içerisinde bilinçlendirme ve eğitim faaliyetlerinin yapılması planlanmaktadır."
Tüm bunların dışında Antalya İli sınırları içerisinde toplamda 9 adet Kaplumbağa Yuvalama kumsalı bulunmaktadır. Bunlardan 8 tanesinin koruma ve kontrol faaliyetleri Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü uhdesinde olup, kurumumuzca gerekli koruma ve bilinçlendirme faaliyetleri yürütülmektedir. Deniz kaplumbağaları ve diğer nesli tehlike altındaki türler, biyolojik çeşitlilik ve doğa koruma faaliyetleri ile ilgili olarak okullarda da bilinçlendirme eğitimleri yapılmaktadır. Doğa koruma konusunda ne kadar çok kişiye ulaşılabilir ve bilinç düzeyi yükseltilebilirse türlerin başarılı bir şekilde nesillerinin devamının ve doğal hayatın dengesinin sürdürülebilirliğinin o denli yüksek olabileceğinin farkındalığını ve sorumluluğunu taşıyan bir kurum olarak, konuyla ilgili duyarlılığınızdan dolayı teşekkürlerimizi sunar, bilgilerinize rica ederim.
Bence bu harika bir gelişme. Bu sezon bitti sayılır. İnsanlar iyice azaldı sahillerde. Dolayısıyla kaplumbağalarla ilgili kazaların da azalacağını, minnoşların önümüzdeki yaza kadar huzur içinde kafa dinleyeceklerini düşünüyorum. Ama önümüzdeki sezonlarda onları daha bilinçli ve farkındalık seviyesi yüksek insanlar olarak karşılayacağımıza dair birazcık da olsa umutlandım ben. Ne dersiniz, umutlanayım mı? ;) 

Kaş Günlükleri #6 - Lokma, Diziler, Çöpler

Uzun zamandır blog yazasım yok. Bilgisayar başına sadece akşamları bir kadeh şarap alarak Netflix'ten dizi izlemek için geçiyorum. Yani harıl harıl bir tempom yok, bol bol boş -bence dopdolu- zamanım var. Ama yine de "blog yazmayı  İstanbul'da da yaparım, nasılsa, ben Kaş'ı yaşamaya kesintisiz devam edeyim" kafasındayım. Zira burada dizi izlemek bile farklı. Balkonda, karşımda Kaş manzarası wallpaper gibi uzanırken, burnumda kekik kokuları ve kucağımda kedi ile mesela. Aşağıdan gelen tık tık, tak tak seslerinin çiftleşerek ilerleyen iki kaplumbağa olduğunu görmek Gayrettepe'de mümkün mü, sorarım size? Yazmaktan çok yaşamak gerek bu anları der, yine de bir yazı patlatırım. ;)

Lokma adını verdiğim kediciğim ile pek mesut günler yaşıyoruz. Kendisi çok özgür ruhlu bir erkek yavru. Daha doğrusu artık bir ergen. 7 aylık oldu sanırım ve yetişkin kedi görünümünde neredeyse. Bir ara ciddi ciddi onu İstanbul'a alıp getirmeyi düşünmüş olsam da da tüm kedisever dostlardan aldığım yorumlar neticesinde burada diğer kedilerle birlikte ve özgür, doğal ortamında bırakmanın daha doğru olacağına karar verdim. Aşılarının tamamını yaptırdım yine de kışı güçlü geçirsin diye. Ve hâlâ ayrılırken n'apacağım diye düşününce burnum sızlıyor, ama galiba ben bile İstanbul'da dört duvar arasına kapanmayı istemiyorken kediciği Kaş'tan alıp götürmek, eve hapsetmek, yılda iki defa evini değiştirmek, uzun seyahatlerde bırakmak falan hiç mantıklı olmayacak. Zaten burada bile birkaç saat evde takıldıktan sonra direkt sinekliğe vurmaya başlıyor, "yeter ulen, bırak beni çiçeğin böceğin içine" diye. O yüzden umarım burada mutlu olur, diğer kedilerle iyi anlaşır, yiyecek içecek bulur ve seneye beni bıraktığım gibi sağlıklı karşılar diye temenni ediyorum. Ama gidene kadar onunla çok eğlenmeye ve gurultularıyla huzur bulmaya devam. İlk kolajda daha minnak halleri var. İkincisindeki fotoğraflar daha güncel. Bal tutucudan diş kaşıma aleti olur mu demeyin, nefis oluyor! Bir de uçak kitlerinden çıkan plastik taraklar favorimiz. ;)



İzlediğim dizilere gelince.. Biliyorum siz bitireli çok oldu ama ben Dexter'ı yeni izledim. 8 sezonu soluksuz izledim hem de. Son sezonu çok abartılı bulmama rağmen -yani artık Miami Metro dışında herkes adamın seri katil olduğunu öğrenmişti neredeyse ayol!- yine de pek sevdim. Bizden seri katil çıkmaz, düşüncem de pekişti bu diziyle. Seri katillik baya ciddi işmiş. Zeka, bilgi sahibi olmak ve plan yapabilmek gibi özelliklere sahip olmayı gerektiriyor gördüğüm kadarıyla. Dolayısıyla içiniz rahat olsun, bu topraklarda bu üçünü bir arada yapabilen arızalı ruh çıkmaz. ;) Black Mirror'ın şu ana kadar yayınlanan bölümlerini bitirdim, hatta İsocum'la ilk sezonun iki bölümünü birlikte bir daha izledik. Çok etkileyici ve akıl dolu bir diziymiş, bayıldım. İngiliz yapımı zaten, akıl dolu olması sürpriz olmasa gerek. Bence ilk sezonun birinci ve üçüncü bölümleri ayrıca efsaneydi. Hepsi birbirinden bağımsız bölümler olduğu için en azından onları bir izlemenizi öneririm. Şimdi de Stranger Things'in ilk sezonunu bitirmek üzereyim. Sırada ya Californication ya da herkesin anlata anlata bitiremediği Narcos olacak gibi görünüyor. Yaşasın Netflix! ;)


Kaş rutinimin bir parçası da çöp toplamak! Evet, doğru duydunuz. İki üç güne bir, elimde tek kullanımlık eldiven ve çöp poşetleriyle yollara düşüp çöp topluyorum. Ve bu kadar tertemiz ve medeni görünen bir sahil kasabasında bile yollara, seyir terasının önündeki ağaçların altlarına, parklara, Yarımada'daki manzara izleme köşelerine atılan ve bırakılan çöpleri gördükçe insanlardan bir kez daha nefret ediyorum. Bu kadar doğaya uyumsuz ve doğaya zararlı bir canlı türü daha yok. Keşke ağaçlar, hayvanlar gibi "düşünme yetisi" olmayan başka canlılar yönetseydi dünyayı, eminim çok daha düzgün ve adil bir sistem çıkardı ortaya. Adım başı çöp kutusu olan bir yerde bile insanların yerlere attıkları pet şişeler, sigara kutuları ve izmaritleri, dondurma ve çikolata ambalajları, bira kutuları ve şişeleri, peçeteler, bebek bezleri, broşürler ve bilimum ıvır zıvırlar içimi acıtıyor resmen.  


Benim bakarken içimin titrediği, her köşesini cennet bulduğum bir yerde insanlar geliyor "ne güzel manzara" diye oturup keyifle izlediği banktan kalkarken çöpünü de korkulukların arkasındaki ağaçlara atıyor! Bu yaratıklar çöplerini bankın altına da bırakmadıkları için zakkumların ve begonvillerin altında biriken çöpler toplanamıyor da. Söyler misiniz, hangi canlı böyle bir pislik yapar yaşadığı ortama? Neyse, örnek oluyor ya da ilham veriyorsam ne mutlu, yolda görüp de teşekkür eden, biz de yapalım diyen de oluyor, ama kimseye örnek olmak ya da ilham vermek için yapmıyorum bunu. Sevdiğim yer için emek vermek, onu sevdiğim haliyle koruyabilmek için yapıyorum. Bencilce, kendim için ve Kaş için yapıyorum yani. Bizim "insan"ımızdan umudumu keseli çok oldu çünkü. 

Şimdi izninizle, denize gidiyorum ben. Bu arada Kaş'ta geçirdiğim aylar boyunca evrim teorisine olan inancımı da kaybetmiş durumdayım. Zira bunca zamanda çoktan yüzgeçlerim çıkmış olmalıydı diye düşünüyorum, haksız mıyım? ;)

İyi haftalar!

İki Kitap Daha Biter

İlki su gibi okunan bir Şebnem İşigüzel romanı: Gözyaşı Konağı - Ada, 1876. Adı üstünde Büyükada'da 1876'da geçen bu hikaye, İstanbul'da yaşayan ve dönemin nispeten modern ve ileri gelenlerinden olan bir ailenin küçük kızının gayrimeşru bebeğini gözlerden uzak doğurup çaresine bakması için Ada'daki yazlık konağa gönderilmesiyle başlıyor. Annesinin  üzüntünün de mutluluğun da en yoğun dışavurum şekillerinden biri olduğu için ve kıyıdan bakıldığında bembeyaz parlayarak gözyaşını andıracağı için adını Gözyaşı Konağı koyduğu bu yazlık köşkte kadınların payına da bol bol gözyaşı düşüyor. Mutluluktan mı üzüntüden mi olduğunu okuyup görmenizi öneririm. Kolay okunan, sürükleyici, biraz da Türk filmi/dizisi tadında bir roman bu. Daha önceki kitaplarını okumadığım için karşılaştırma yapamayacağım ama sevdim diyebilirim. Öneririm. 


Semih Gümüş'ün Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz'u da taze bitenlerden. Bizde her dönem bolca bulunan bir profil var baş rolde. Sinan keyfi yere hapse atılıp işkence görmüş düşünce suçlusu bir adam. Onun hapisten sonraki hayatına göz atan bu öyküde doğayla ve aşkla yaralarını sarmaya çalışma çabası anlatılıyor. Bu kadar hırpalanmış bir ruhun doğaya uyum için de aşk için de fazlasıyla çabalaması gerekiyor doğal olarak. Zaman zaman ağır ilerlese ve tekrara düşse de ve aşık Sinan'a pek bayılmamış olsam da romanı keyifle okudum. Öneririm.


Alıntılar

'...Patikanın iki yanı sert çalılarla ve çevreleri telle çevrilmiş bahçelerle kuşatılmıştı. Bahçeler şehirli meraklıları bekler, sırayla satılıp her birine yalandan bir taş ev yapılır, ruhsatı alınır alınmaz birer oda daha eklenir ki yılda yalnızca birkaç hafta gelmek için bütün yıl kilitli dursun bu evler. Benzersiz bir doğa parçasında doğayı yaşıyoruz, ayaklarımızı toprağa basıyoruz da denir...'

'... İnsan doğanın en zayıf türüyken ona kötücül bir akıl ve onunla doğaya hükmetme yetkisi verilmiş. Haksızlık...'

İyi okumalar.