16 Nisan Pazartesi günü arabamızla yollara düşerek İzmir'e doğru çıktık yola. Asıl amaç Ege kasabaları olsa da şehir olarak İzmir'e de gitmeyeli uzuuun yıllar olduğu için Ege havası almaya önce oradan başlayalım dedik. İyi ki de öyle yapmışız. Çünkü İzmir şehir gibi bir şehir değil gibi. Şen şakrak, rahat ve açık kafalı insanlarıyla adeta bir festival gibi. Çimlere yayılan, bisiklet süren, çiğdem çitleyen ( ;) ), yönetmen koltuklarında oturup bira içerek sohbet eden sakinleriyle bir üniversite kampüsü gibi. Palmiyeleriyle, iyot kokulu esintisiyle sanki her daim yazlık havasında gibi. Yani sergileri, gezilecek yerleri, restoranları, barları, mağazalarıyla falan her türlü şehir aktivitesini sana sunan ama trafiğiyle, saygısız nüfusuyla, çirkin binalarıyla, pahalılığıyla seni boğmadan bunları yapan bir yer. Biz yirmi milyonluk kaotik İstanbul savaşçıları için hep hayalimizde kurduğumuz o "huzurlu emeklilik kasabası" kıvamına bile yakın diyebiliriz. ;) Geyik bir yana, hatırladığımdan bile daha güzel buldum İzmir'i.
(Pazartesi akşamı bile bu çimler doluydu. Öyle böyle değil, Caddebostan sahilin hafta sonu hali gibi!)
Otel olarak merkezi olsun diye Alsancak'ın göbeğinde bir apart odası tutmayı tercih ettik. Her gün boyoz yiyebilmek için de kahvaltı almadık. Merkezde, uygun fiyatlı, otoparklı ve temiz bir apart olarak Hotel Apart Alsancak'ı öneririm. Hem meşhur Alsancak Dostlar Fırını'na da yürüyerek beş dakikada ulaşabiliyorsunuz. Sabah envai çeşit sıcacık ve çıtır çıtır boyoz, fırında yumurta ve çayla yapacağınız bir kahvaltı sonrasında tam enerji sokaklara atabilirsiniz kendinizi. Üç gün her sabah farklı bir yer mi denesek, yol üzerinde bir yerde mi yesek desek de kahvaltı için koşturarak buraya geldik. ;) Ege otlu, zeytinli ve çikolatalı olanlar favorim. Boyoz istemezseniz gevrek verelim size? ;)
İzmir'de üç gece kalsak da turist tadında gezmek için sadece bir tam günümüz vardı. O gün de turistliğin tüm gereklerini yerine getirdik doğrusu. 26,000 adım atarak haşat olduk biraz ama çok da keyifli gezdik. Kahvaltı sonrasında yürüyerek Konak'a doğru giderken yol üstünde Arkas Sanat Merkezi'ne uğrayıp nefis bir Türk izlenimcileri sergisini bile gezdik arada. Renk, Işık, Titreşim sergisi 27 Temmuz'a kadar görülebilir. Yolu düşenlerin aklında olsun mutlaka.
Buradan Saat Kulesi ve bana Eminönü sokaklarını anımsatan Kemeraltı Çarşısı'na doğru yol boyu yürümeye devam ederken bir Chelsea Market ya da Covent Garden havasında olabilecek yapısına rağmen oldukça sönük kalmış bir AVM olan Konak Pier'e de uğradık. Ancak kahve molası için Kemeraltı'ndaki Kızlarağası Hanı'nda kumda kahve içmeyi beklediğimiz için burada mola vermeden yolumuza devam ettik. Aslında öğlen söğüşü için bir kez daha Kemeraltı'na uğrayacaktık ama kahve ve yemek arası acıkma turu olarak bir de Tarihi Asansör Kulesi'ne yürüyelim dedik.
Buradan Saat Kulesi ve bana Eminönü sokaklarını anımsatan Kemeraltı Çarşısı'na doğru yol boyu yürümeye devam ederken bir Chelsea Market ya da Covent Garden havasında olabilecek yapısına rağmen oldukça sönük kalmış bir AVM olan Konak Pier'e de uğradık. Ancak kahve molası için Kemeraltı'ndaki Kızlarağası Hanı'nda kumda kahve içmeyi beklediğimiz için burada mola vermeden yolumuza devam ettik. Aslında öğlen söğüşü için bir kez daha Kemeraltı'na uğrayacaktık ama kahve ve yemek arası acıkma turu olarak bir de Tarihi Asansör Kulesi'ne yürüyelim dedik.
Şehir içi asansör fikriyle ilk kez tepelerle, yokuşlarla dolu Lizbon'daki Santa Justa Asansörü sayesinde tanışmıştım. Bu da aynı mantıkla 1907 yılında Musevi bir hayırsever olan Nesim Levi Bayraklıoğlu tarafından yaptırılmış. Tepeden İzmir'e bakmak ve Asansör'e çıkan sokaklardan biri olan Dario Moreno Sokağı'nı görmek için güzel bir durak. Bu arada Asansör'ün yapımında kullanılan tuğlaların Marsilya'dan getirilmiş olduğunu da eklemeden geçmeyeyim.
Ünlü sanatçı Dario Moreno'nun İzmir yıllarında yaşadığı ev bu sokakta olduğu için buraya onun adı verilmiş. Girişte de bir büstü ve vasiyetinin İzmir ile ilgili kısmı duruyor. Gerçi ailesi vasiyetinin İzmir'e gömülmek kısmına pek saygı göstermemiş adamcağızın ve İsrail'de toprağa vermeyi tercih etmişler. Neyse, biz Asansör'ün tepesinden İzmir'e bakalım biraz da.
Evet, artık yeterince acıktık. Linkte bahsettiğim Kemeraltı'nda bulunan Hisarönü Söğüşçüsü Mustafa Usta'da söğüşümüzü yedikten sonra Gezi isimli vapura binip kendimizi Karşıyaka'ya atıyoruz. The Studio Pub'da buz gibi birer bira ile hararet giderirken de şehrin vapur isimlerinin bile ne kadar güzel ve özel olduğunu düşünüyoruz bir yandan. Gördüğüm ve duyduklarımdan bazıları şöyle: 1881-Atatürk, Prof. Dr. Aziz Sancar, Atilla İlhan, Soma 301, 9 Eylül ve Gezi. Ne tatlısınız!
Karşıyaka'da biraz soluklandıktan sonra çarşı içinden geçerek buraya geçme nedenimiz olan Latife Hanım Köşkü'ne geliyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın ömrünün son günlerini geçirdiği ve vefat ettiği bu köşkün odaları Nezihe Araz'ın "Mustafa Kemal'le 1000 Gün" kitabından ve diğer kaynaklardan alıntı hikayelerin de yardımıyla evdeki yaşantıyı canlandırmamıza yardımcı oluyor. Atatürk, Latife Hanım ve Zübeyde Hanım'ın birer balmumu heykelini de görebileceğiniz bu anı evinin bahçesinde de Atatürk ve Latife Hanım için dikilmiş selviler bulunuyor. Çok başarılı bulmadığım balmumu heykelleri siyaset dünyasının çok sevdiğim isimlerinden biri olan Yılmaz Büyükerşen yapmış bu arada.
Turist olarak bir güne bunları sığdırdık. Bunların dışında akşam üstü alışveriş, kordon boyu yürüyüş, bir-iki pub molası gibi ekstralarımız oldu tabi. ;) Gelelim akşam yemeklerine. Yani rakı-balık turlarına. Yoldan geldiğimiz günün gecesi burada yaşayan çok sevdiğimiz Zuhal Ablamız ve Meriç Abimiz ile Bostanlı'daki Ayvalık Balıkçısı'na gittik. Meze çeşitlerinden başımın döndüğünü söylemem gerek. Ah, burası cennet olmalı, dostum! Tabi ki her zaman olduğu gibi balığa sıra gelemedi. Ama yediğimiz her şey çok lezzetliydi. Sohbetten fotoğraf çekmeye bile sıra gelemeyeceğini tahmin edip en başta meze vitrinlerini çekmiştim. Bir de gecenin kapanış çayı faslında bir masa fotoğrafı almayı akıl ettik iyi ki. ;) Kesinlikle tavsiye ederim burayı. Kordon'da da bir şubeleri bulunuyor, aklınızda olsun.
İkinci İzmir akşamında ise herkesten methini duya duya meraktan çatlayarak gittiğim Deniz Restaurant'taydık. İsocum yıllar önce İzmir'e sık sık iş seyahati yaptığı dönemlerde buraya çok geldiği için meraktan çatlayan bendim. Güzel miydi => evet, çatlanacak kadar var mıymış => hayır. ;) Bu kısa özetle birlikte bozulmadan fotoğrafını çekebildiklerimden bazılarına bir göz atacak olursak; ot kavurma nefisti, başlangıç mezelerden aklımda kalan bir lezzet yoktu, şevketi bostanlı levrek sonrasında bir daha güzelim balıkların antin kuntin şeyler eklenmemiş olanlarını yemeye karar verdim (Egelilerden özür, otlarınıza değil lafım, ama şevketi bostan niree levrek nire şeklinde bir damak tadım var her türlü deniz ürününe torpil geçen), ara sıcak yediklerimizden "vay be!" dediğim bir şey yok, sufle nefisti. Yani bir Sur Balık ya da Bebek Balıkçısı değil bence. Eminim İzmir'de çok daha güzelleri vardır ama turistlik kısıtlı zamanda önce en çok duyulana gitmeyi gerektirir. ;)
Sözün özü; yemesiyle-içmesiyle, gezmesiyle-tozmasıyla İzmir'den çok keyif aldık doğrusu. Şimdiden "İsocum İzmir'deki şirketlere yatırım yapmayı düşünmez misiniz?" ya da "emeklilikte şu çiçekli balkonlu önünde palmiye olan binada oturmak ne keyifli olur, değil mi?" falan gibi spesifik çekim yasası cümleleri kurmaya ilk günden başladım. Gezinin son günlerinde ise nerede yaşayacağımıza, nerede bağımız, nerede yazlığımız, nerede çiftliğimiz olacağına bile kararımı vermiştim. ;) İşte bunlar hep Ege havasından, Ege'nin güzel insanlarından ve accık da damarlarda bol miktarda dolaşan rakıdan! ;)
Ünlü sanatçı Dario Moreno'nun İzmir yıllarında yaşadığı ev bu sokakta olduğu için buraya onun adı verilmiş. Girişte de bir büstü ve vasiyetinin İzmir ile ilgili kısmı duruyor. Gerçi ailesi vasiyetinin İzmir'e gömülmek kısmına pek saygı göstermemiş adamcağızın ve İsrail'de toprağa vermeyi tercih etmişler. Neyse, biz Asansör'ün tepesinden İzmir'e bakalım biraz da.
Evet, artık yeterince acıktık. Linkte bahsettiğim Kemeraltı'nda bulunan Hisarönü Söğüşçüsü Mustafa Usta'da söğüşümüzü yedikten sonra Gezi isimli vapura binip kendimizi Karşıyaka'ya atıyoruz. The Studio Pub'da buz gibi birer bira ile hararet giderirken de şehrin vapur isimlerinin bile ne kadar güzel ve özel olduğunu düşünüyoruz bir yandan. Gördüğüm ve duyduklarımdan bazıları şöyle: 1881-Atatürk, Prof. Dr. Aziz Sancar, Atilla İlhan, Soma 301, 9 Eylül ve Gezi. Ne tatlısınız!
Karşıyaka'da biraz soluklandıktan sonra çarşı içinden geçerek buraya geçme nedenimiz olan Latife Hanım Köşkü'ne geliyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın ömrünün son günlerini geçirdiği ve vefat ettiği bu köşkün odaları Nezihe Araz'ın "Mustafa Kemal'le 1000 Gün" kitabından ve diğer kaynaklardan alıntı hikayelerin de yardımıyla evdeki yaşantıyı canlandırmamıza yardımcı oluyor. Atatürk, Latife Hanım ve Zübeyde Hanım'ın birer balmumu heykelini de görebileceğiniz bu anı evinin bahçesinde de Atatürk ve Latife Hanım için dikilmiş selviler bulunuyor. Çok başarılı bulmadığım balmumu heykelleri siyaset dünyasının çok sevdiğim isimlerinden biri olan Yılmaz Büyükerşen yapmış bu arada.
Turist olarak bir güne bunları sığdırdık. Bunların dışında akşam üstü alışveriş, kordon boyu yürüyüş, bir-iki pub molası gibi ekstralarımız oldu tabi. ;) Gelelim akşam yemeklerine. Yani rakı-balık turlarına. Yoldan geldiğimiz günün gecesi burada yaşayan çok sevdiğimiz Zuhal Ablamız ve Meriç Abimiz ile Bostanlı'daki Ayvalık Balıkçısı'na gittik. Meze çeşitlerinden başımın döndüğünü söylemem gerek. Ah, burası cennet olmalı, dostum! Tabi ki her zaman olduğu gibi balığa sıra gelemedi. Ama yediğimiz her şey çok lezzetliydi. Sohbetten fotoğraf çekmeye bile sıra gelemeyeceğini tahmin edip en başta meze vitrinlerini çekmiştim. Bir de gecenin kapanış çayı faslında bir masa fotoğrafı almayı akıl ettik iyi ki. ;) Kesinlikle tavsiye ederim burayı. Kordon'da da bir şubeleri bulunuyor, aklınızda olsun.
İkinci İzmir akşamında ise herkesten methini duya duya meraktan çatlayarak gittiğim Deniz Restaurant'taydık. İsocum yıllar önce İzmir'e sık sık iş seyahati yaptığı dönemlerde buraya çok geldiği için meraktan çatlayan bendim. Güzel miydi => evet, çatlanacak kadar var mıymış => hayır. ;) Bu kısa özetle birlikte bozulmadan fotoğrafını çekebildiklerimden bazılarına bir göz atacak olursak; ot kavurma nefisti, başlangıç mezelerden aklımda kalan bir lezzet yoktu, şevketi bostanlı levrek sonrasında bir daha güzelim balıkların antin kuntin şeyler eklenmemiş olanlarını yemeye karar verdim (Egelilerden özür, otlarınıza değil lafım, ama şevketi bostan niree levrek nire şeklinde bir damak tadım var her türlü deniz ürününe torpil geçen), ara sıcak yediklerimizden "vay be!" dediğim bir şey yok, sufle nefisti. Yani bir Sur Balık ya da Bebek Balıkçısı değil bence. Eminim İzmir'de çok daha güzelleri vardır ama turistlik kısıtlı zamanda önce en çok duyulana gitmeyi gerektirir. ;)
Sözün özü; yemesiyle-içmesiyle, gezmesiyle-tozmasıyla İzmir'den çok keyif aldık doğrusu. Şimdiden "İsocum İzmir'deki şirketlere yatırım yapmayı düşünmez misiniz?" ya da "emeklilikte şu çiçekli balkonlu önünde palmiye olan binada oturmak ne keyifli olur, değil mi?" falan gibi spesifik çekim yasası cümleleri kurmaya ilk günden başladım. Gezinin son günlerinde ise nerede yaşayacağımıza, nerede bağımız, nerede yazlığımız, nerede çiftliğimiz olacağına bile kararımı vermiştim. ;) İşte bunlar hep Ege havasından, Ege'nin güzel insanlarından ve accık da damarlarda bol miktarda dolaşan rakıdan! ;)
6 yorum:
Accık da FOÇA dan bahsedeydin iyiydi:))
.
Of! Şu an ben de İzmir'e dair bir heves bir heves:) Yaşadım resmen.
Güzel şehrimi bana özlettiniz.
Anneee,
Sensin biliyorum! ;)) Daha ilk günlerden başladım. Foça en son maalesef, tembel kızın ne zaman yazarsa artık ;)
Sezer,
Tam da zamanları aslında, bir kaçamak yaparsınız belki. Gerçi Selanik de o anlamda çok iyi gelmiştir eminim.;) Çok benzer havalarda yerler ne de olsa, değil mi?
Bilgehan Bey,
İyi mi yaptım, kötü mü bilemedim şimdi. :/ Çok güzel şehir ama özlenmeyecek gibi değil gerçekten.
Sevgiler..
İzmiri çok severim, hatta şiirini bile yazdım. Bu bakımdan yazınızı ilgi ve beğeniyle okudum. İzmirli olmasam da Egeli bir şair yazarım. Ben izleyiciniz oldum, sizi de bloguma izleyici olmaya ve yorum yapmaya davet ediyorum.
www.erhantigli.blogspot.com
Beğendiğinize çok memnun oldum Erhan Bey.
Teşekkürler.
Yorum Gönder