Neredeyse altı ay olmuş Prag’a gideli... Ekim sonunda gitmiştik.. Hava acayip soğuk olur diye bizi korkuttular, ama bu sene dünya genelinde kışın nasıl geçtiğini biliyorsunuz, o yüzden son gün yağan yağmur dışında hep günlük güneşlik bir hava hakimdi.. O yüzden kat kat giyinip, mantolu, eldivenli, düşüp kayma derdi içinde (ki kar yağdığında yerdeki en ufak bir buzlanmış alanı bile kaçırmam, anında düşerim) gezmek zorunda kalmadığımız için çok sevindim. Akşamları biraz daha serin oluyordu.. Ankara soğuğunu bilenlere tanıdık gelebilecek bir soğuk..O yüzden yarı Ankaralı sayılan ve üniversiteyi Ankara’da okumuş biri olarak bunun da dert etmedim diyebilirim..
Prag’da gezilecek görülecek yerleri Internet’teki milyonlarca web sitesinden öğrenmek mümkün.. O yüzden bunlara kısacık değineceğim.. Prag Kalesi, onun içindeki St. Vitus Katedrali, Charles Bridge, Astronomik Saat Kulesi, Old Town, Nehir Turu, Karlovy Vary, Powder Tower (Barut Kulesi), Petrin Kulesi, vs vs.. Ben daha çok tur programlarında bahsedilmeyen yerlerden bahsedeyim size..
Örneğin, Petrin Kulesi çok fazla tur programlarında adı geçmeyen bir yer.. Funiküler ile bir tepeye çıkıyorsunuz.. Orada karşısınıza küçük bir Eiffel Kulesi çıkıyor.. Burası Prag’ın en yüksek noktası ve inanılmaz bir şehir manzarası var… Kuleden indikten sonra da harika bir ormanın içinden yürüyerek şehre inebilirsiniz.
Ama zaten Prag’ın sokaklarında gezmek bile müthiş bir keyif.. Binaların mimarisi, her saat başı kiliselerde verilen klasik müzik konserleri, kristal süs eşyaları satan mağazalar, kuklacılar, biralar… Kukla alacaksanız buradan alabilirsiniz, ama kristal alışverişinizi Karlovy Vary’den yapın mutlaka…Çünkü burası şehir merkezine göre nerdeyse yarı yarıya ucuz… Karlovy Vary mükemmel bir doğası, pasta evler gibi görünen harika mimarisi, ucuz alışveriş yapma imkanları ile dolu, her adım başı şifalı suların fışkırdığı, içinden nehir geçen küçük bir termal kasaba… Burayı görmediyseniz, Prag’ı görmüş sayılmazsınız denildiğini duymuştum.. Haklılarmış.. Turlar genellikle kişi başı 50 euro civarında ücret alıyorlar buraya götürmek için.. Ama metro ile merkezden iki durak uzaklıkta bulunan otobüs garına gidip, oradan saat başı kalkan otobüslere binebilirsiniz.. O zaman kişi başı 10 euroya yakın bir şey ödüyorsunuz..
Karlovy Vary'nin nehrin kenarındaki binaları ve tepeden görüntüsü (sonbaharın tüm renklerine dikkatinizi çekerim.)
Bu arada Prag tam bana göre bir yer… Tadını çıkarmanız için her yere yürümeniz gerekiyor… Ulaşım ağı çok gelişmiş… Yani tramvay, metro ve otobüsler her an şehrin en uzak noktasına bile ulaşım hizmeti veriyorlar… Ama zaten merkezi yerler için bunları kullanmanıza bile gerek kalmıyor.. Turlarda adı bile geçmeyen birçok ilgi çekici müze var.. Mesela, İşkence Müzesi (Ortaçağ’da kullanılan işkence aletleri sergileniyor), Oyuncak Müzesi (her çeşit oyuncağın olduğu müzenin ikinci katı sadece Barbie’lere ait), Kafka Müzesi ve Seks Araçları Müzesi (adı üstünde..:) ) Hayatının konseri olan Mozart-Requiem konserine giden sevgili kocamı konser çıkışında Seks Müzesi’ne götürerek ona bir kültür şoku da yaşatmışlığım vardır tabii!!! Ama n’apalım, vakit kısıtlı, zamanı iyi yönetmek lazım diye düşünmüştüm..:)
İşte sevgili kocamın bilet bulduğu an yaşadığı mutluluğun resmi:
Yiyecek içecek olarak da genellikle Çek mutfağı etleri (ağırlıklı domuz etini) tatlı şeylerle (ananas, elma, vs gibi) karıştıran bir mutfak.. Gitmeden önce bu konuda uyarmışlardı ama yine de denedik tabi.. Bana çok korkunç gelmedi yemekler.. Bunun dışında meydandaki pizzacıların pizzaları çok başarılı.. Envai çeşit biraları var ve neredeyse hepsine bayıldım.. (belki de fazla içmekten algılarım köreldiği içindir) Ayrıca Tex Mex zincirlerine ait Amerikan restoranı Buffalo Bill’s de vardı.. Bir gecemizi orada geçirdik ve o porsiyonlarla nasıl çatlamadan kalkabildiğimize hayret ettik.. Prag’ın en büyük Irish Pub’ını da ziyaret etmeden olmazdı… Yani yemek konusunda Prag kültürünün tadına bakmakla birlikte eşimle kendi bira kültürümüzü uyguladık sayılır…:) Ama n’apalım Çek biraları bizi bu yolu seçmeye mecbur etti.. Tatlı olarak da apple strudel’i tavsiye ediyorum.. Onlara özgü bir tatlı olmamakla birlikte gittiğim her kafede son derece başarılı porsiyonlarla karşılaştım.. Bu arada Prag’da yeme-içme fiyatları çok ucuz!
İç seslerim:
* Gitmeden önce insanların son derece soğuk ve kaba olduklarını duymuştum.. Bana öyle olanlar denk gelmedi diyebilirim.. Belki kısa bir süre önce terk ettikleri kapalı komünist kültüre alışmış insanlar olarak daha mesafeliler, fazla kuralcılar, vs ama gayet hoş insanlarla karşılaştık diyebilirim..
* Bir de “adamların köpekleri bile medeni, kardeşim” diye klasik geyik muhabbetine de gireyim..:) Toplu taşıma araçlarına köpekler alınıyor ve varlıklarını bile hissetmiyorsunuz hayvancıkların..
* Ayrıca son derece güvenli bir şehir.. Dünya üzerinde istediğin saatte istediğin semtine elini kolunu sallayarak girebileceğin nadir yerlerden biridir diye düşünüyorum.. İstanbul’daki ulaşım ve güvenlik sorunlarını düşününce Prag’a imrenmemek elde değil…
* Su içen insan görmedim, büfeden bile su istediğinizde “soda mı, su mu?” diye soruyorlar.. Garip geliyor bir insanoğlunun su içmesi onlara sanki..
Sonuç olarak ben Prag’a bayıldım.. Yaşamak için de gidilebilecek bir yer olduğunu düşünüyorum.. Tam bir masal şehri gibi..Son derece romantik de bir yer.. Tatil alternatifi olarak düşünmenizi tavsiye ederim.
2 yorum:
kesınlıkle en guzel prag notları burada :)
a.gizem
Keyifle keşfedip dönün güzeller güzeli Prag'ı Gizemcim. ;)
Yorum Gönder