Hem yeme-içme, hem spor, hem tiyatro, hem Eurovizyon, hem yazlık-kışlık kıyafetler ve dolap düzenleme, daha ne olsun değil mi? Hem çalıştık, hem eğlendik yani..
Cuma akşamı eşimin Ankara’dan gelen iş arkadaşı ve eşiyle dışarı çıktık. Ben ilk kez tanışacaktım onlarla.. O yüzden de açıkçası sıkıcı ve resmi bir yemek olabilir, ama olsun, bir-iki saat dayanırım sonra biz gecemize devam ederiz diyordum. Adının içinde “iş” geçen her şey sıkıcı olmak zorunda değilmiş meğer.. Keyifli iş arkadaşları ve eşleri de olabiliyormuş.. Akşam 8’de Beymen Brasserie’de yemekle başlayan gecemiz sabaha karşı 3’te bitti!! Sohbetler harikaydı.. Ayrıca alkol ve sigara konusunda da çok uyumlu (!) çiftler olduğumuz ortaya çıkınca geceye Niş’te ve sonra da Kuruçeşme’de eski Zihni’nin olduğu yerde açılan Blackk’te devam etmeye karar verdik. Blackk süper manzarası olan ve adı üstünde simsiyah bir gece kulübü. Önünüzde İstanbul Boğazı ve köprü uzanıyor.. (Bu arada köprünün yeni ışıklandırmasını da pek başarılı bulmadığımı belirtmek isterim. Yoğun sarı ışıklar kullanılsa daha güzel olabilirdi. Seyrek kullanılmış maviden kırmızıya değişen ışıklar biraz hafif kalmış gibi.. Hele kırmızı ışıklı hali biraz açıkhava pavyonu havası yaratmış bile diyebilirim!) Blackk’in son gecesini yakalamışız.. Çünkü artık Bodrum sezonunu açıyorlarmış. Gerçi ben Niş’te kalmayı tercih ederdim, ama Ankaralılar sayılı günde çok yer gezme hevesiyle geldikleri için biz de onlara uyduk.. Sayelerinde de sezonun son gününde yeni bir yer görmüş olduk!
Eve gelince içki eşliğinde biraz daha sohbet edince Cumartesi günü öğlen 1’de falan uyanabildik. Kahvaltı sonrası, eşimi de hazır evde yakalamışken bir Nazi subayı edasıyla görev dağıtımını yaptım. Eşime düşen görev yatak bazasının kaldırılması konusunda yardımcı olmak ve “gömleklerin burada mı dursun?” ya da “bu kotun eski gibi, verelim mi” sorularına cevap verirken yatağa uzanıp gazete okumak oldu! Biraz etkisiz bir Nazi’yim galiba. Dolapların içleri tamamen boşaltıldı. İçleri silindi, kışlıkların arasına annelerimizin yöntemiyle naftalin ve sabun kırıntıları serpiştirilip kaldırıldı, yazlıklar ortaya çıktı, atılacak (yani birilerine verilecek) kıyafetler belirlendi ve dolaplarımızın içi tam bir reklam dolabı içine benzedi! Her şey düzenli ve fazladan hiçbir şey yok! Tabi en fazla bir-iki hafta bu şekilde kalacak ve sonra eşim de ben de kendi düzensizliğimiz içindeki düzenlerimizde yaşamaya devam edeceğiz. Neyse ki dolapların bir kapağı var, kapağı açmadığın sürece işlem tamam, odanın düzeni bozulmuyor. Kapağı açarken dikkatli olmak lazım ama, üstünüze düşen kıyafet yığınının altında kalabilirsiniz!
İki saatlik bir çalışma sonrasında ben spora, eşimde kuru temizlemeye takım elbiselerini götürmeye çıktı. Yine iki saat sonra buluşup kardeşim ve nişanlısının evlerine gittik. Birkaç saat mola verdikten sonra bira içme zamanımız gelmişti. Kardeşimden gelen cin (!) fikir üzerine, sanki az alkol alıyormuşuz gibi bir de Eurovizyon’da Türkiye 12 puan aldıkça tekila shot yapalım dedik. Ben sadece Fransa’dan gelen 12 puanda onlara katıldım.. Bence shot’ı hak ediyordu Fransa’dan 12 puan almak.. :) Ama kardeşim ve eşim Türkiye 1 puan alınca da efkâr shot’ları atmaya başladılar… En sonunda gelin ve ben tekilayı ellerinden alıp, şapkasını takıp rafa kaldırmasaydık ne olurdu bilemiyorum. Sonrasında uslu uslu “Shake it! Shake it!” diyerek bira içmeye devam ettik. Evet, şarkımızdan nefret ettiğimi söylemiştim daha önce, ama insan yine de pek bir gaza geliyor izlerken… O an hepimiz “Shake it Up Şekerim” hayranıydık… Alkolün ve birlikte izlemenin etkisi de olabilir tabi! Çünkü Pazar sabahı uyandığımda yeniden şarkının berbat olduğunu düşünmeye başladım.
Pazar sabahı da pek erken kalkamadık haliyle… Günü kaçırdık belki ama keyifli bir geceyi fazladan yaşadık diye kendimizi her zamanki gibi avuttuk. Kahvaltımızı yaparken İzmir’deki mitingi izledik ve Alsancak’ta toplanan o kalabalığa hayran olduk. İzmir’in Ankara ve İstanbul’daki mitingleri bile gölgede bıraktığını düşündüm görüntüleri izlerken. Tek kelimeyle süperdi! Sonra da Tak Tak Takıntı’ya gittik… Oyunla ilgili yorumlarımı da ayrıca yazdım buraya.. Dopdolu bir haftasonu oldu.. Uzun zamandır çeşitli nedenlerle eve kapandığım için bu kadar keyifli bir haftasonu geçirmemiştim. Umarım artık şeytanın bacağını kırmışımdır ve en kötü haftasonumuz da böyle olur!
3 yorum:
naftalin demek:) en son kucuklugumde gormustum o kimyasali:)) takdir ettim ne diyim, cok duzenlisin, masallah.
Your blog keeps getting better and better! Your older articles are not as good as newer ones you have a lot more creativity and originality now keep it up!
Thanks a lot! But why are we communicating in English while we both can understand and comment on this blog? :))
Yorum Gönder