Bayramda Hey Travel Trends'in kültür turu programlarından birine katıldık. Tatilimizin ilk gününü Bozcaada'da geçirdik ama kesinlikle yeterli olmadı diyebilirim. Çünkü biz Bozcaada'ya bayıldık!! Bundan sonraki tatillerimizden birini de 2-3 gün sadece orada kalmak için kullanmaya karar verdik.
Bozcaada adı üstünde boz bir görünüme sahip aslında. Feribottan indiğinizde pek de harika bir manzarayla karşılaşmamışsınız gibi gelebilir. (Belki de biz otele bile uğramadan 8 saatlik yolculuk ve 2 saatlik feribot kuyruğu sonrasında adaya ayak bastığımız için de pek olumlu gözlerle bakamamış olabiliriz.)
Ama içerisi tamamen farklı bir dünya... Taş evleri, küçük balık lokantaları, üzüm bağları ve şirin bağ evleri (bu arada tek katlı bağ eviniz varsa "dam", çift katlı bağ eviniz varsa "kule" sahibisiniz demektir), koyları ve kumsalları, şaraplarıyla son derece şirin bir adada buluyorsunuz kendinizi.
Ada ikiye ayrılmış durumda: Rumların yaşadığı bölüm (Cumhuriyet mahallesi) ve Türklerin yaşadığı bölüm (Alaybey mahallesi). Türkiye'nin Marmara Adası ve Gökçeada'dan sonra üçüncü büyük adası olan Bozcaada'da rüzgarın hakimiyeti son derece güçlü. Şiddetli rüzgarlar adaya ulaşımı aksatabildiği gibi bitki örtüsünü de olumsuz etkiliyormuş. Ama fayda sağladıkları bir nokta da var: Türkiye'nin 3. Rüzgar Enerji Santralini oluşturan Rüzgar Gülleri. Bu rüzgar gülleri sayesinde 30,000 kişiye yetecek kadar elektrik üretiliyor ve adanın ihtiyacı olandan 30 kat fazla elektrik üretimi sağlanmış oluyor. Üretilen elektriğin fazlası deniz altından anakaraya gönderiliyor. 17 rüzgar gülünün her birinin bir adı var ve bunlar genellikle kadınlara ait isimler. Rehberimizden bu isimlerin ilgili rüzgar gülünü adaya kazandıran ya da yapımında emeği geçen kişilerin eşlerinin isimleri olduğunu öğreniyoruz. Bu arada bir rüzgar gülü alıp yatırım yapayım derseniz büyükleri için 1 milyon doları, küçükleri için de 600,000 doları gözden çıkarmanız gerekiyor. Müşteriniz de devlet oluyor.
Adanın gezilecek diğer önemli bir noktası da elbette kalesi. Bozcaada Kalesi Venedikliler, Cenevizler ve Bizanslılar tarafından kullanılmış ve bugünkü şeklini Fatih Sultan Mehmet zamanında almıştır. İç kale ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşan kalenin çevresinde de geniş bir hendek kazılmış. O dönemlerde kaleye giriş asma bir kapı sayesinde gerçekleştiriliyormuş, ama artık kapının yerinde sabit bir köprücük duruyor. Türkiye'nin en iyi korunmuş kalelerinden biri olan Bozcaada Kalesi'nin içinde Fatih döneminden kalma bir caminin kalıntılarına da rastlıyorsunuz.
Adanın başka bir cennet köşesi de Ayazma Plajı. Ekim ayında gitmemize ve biz oradayken İstanbul'u seller götürmüş olmasına rağmen, galiba oldukça şanslıydık. Çünkü Ayazma'da denize girenler vardı! Kıpırtısız ve berrak denizi ve beyaza yakın renkte kumlarıyla süper bir plajdı. Yazın adanın en yoğun ve popüler yerlerinden biri olduğu için daha sakin bir plaj isteyenlere Habbeli Plajı'nı önerdiklerini de belirteyim. O da Ayazma'ya yakın ve yine mükemmel bir koydaydı. Hazırlıklı gitmediğimiz için sadece iç çekerek izledik denizi, ama "buraya kadar geldik de ayağımızı denize sokmadık demeyelim" diye düşünerek en azından ayaklarını denize sokanlar arasında kocam da vardı!
Bayramlaşmak için ailelerimizi aradığımız sırada annem ve babam öğle yemeğinde gitmemiz için tavsiyelerde bulundurlar. Sağolsunlar, bir gün önce Mehmet Yaşin'in CNN Türk'teki Lezzet Durakları programını izlemişler ve programda Bozcaada'nın lezzet durakları anlatılıyormuş. İki yer tavsiye edilmiş: Ada Cafe'nin ahtapot mücveri ve gelincik şerbeti ve Lodos Restoran'ın Lipsos Buğulaması. Annemler de unutmayalım diye not almışlar ve bize söylediler. Karnımız açken bunları duyduktan sonra 1,5 saatlik öğle yemeği molasına ikisini birden sığdırmak için etkili bir plan yaptık. Molayı verir vermez Ada Cafe'de soluğumuzu aldık. Yemeğimizi Lodos'ta yeriz diye burada sadece birer gelincik şerbeti ve ortaya bir ahtapot mücver aldık. Ahtapot mücvere bayıldım, ahtapot aromalı değil (!), içinde gerçekten ahtapot olan bir mücverdi!! İstanbul'da pek çok yerde ara sıcak olarak sunulan deniz ürünlerinde gerçeğini değil aromasını tadıyormuşsunuz gibi bir his oluşuyor bende nedense!! Sonra hemen çıkıp Lodos'a gittik. İşte oraya her şeyiyle bayıldık. Çok şirin bir yerdi. Tam bir Rum restoranı görünümünde, tahta masaları, şirin dekorasyonu ve nefis yemekleriyle bizden tam not aldığını söyleyebilirim. Lipsos buğulama yoktu, ama zaten mönünün tamamı muhteşemdi. Asma yaprağında ızgara keçi peyniri, içi peynirle doldurulmuş kalamar ızgara, sakızlı enginar, buğdaylı salata ve bir porsiyon da mercan balığını 1 şişe ada şarabı eşliğinde bölüşerek zevkten mest olduk diyebilirim. Bir dahaki gidişimizde kesinlikle akşam yemeği yemek istiyorum orada, çünkü oraya da doyamadım. Lodos Restoran'ın yeri Postane'nin hemen arkasında.. Tel: 0-286-697 05 45 ve 0-538-417 47 05 (Üstteki resimde Lodos'un maketini görüyorsunuz, ama aslında o bir maket değil, sanki birebir gerçeğiymiş gibi düşünebilirsiniz.:) )
Adadaki diğer serbest zamanlarımızı da Talay Şarapçılık'tan şarap alarak, adanın meşhur domates reçelinden alarak (o kadar merak etmiştik ama hala tadına bakmadık) ve şirin pansiyonların birinin kafesinde Türk kahvemizi ve yanında sunulan nane likörümüzü içerek geçirdik. Akşam 17:00 feribotuyla dönerken bir dahaki gelişimizde kimlerle gelelim, nerede kalalım ve nerelere gidelim planları yapıyorduk.
1 yorum:
Aaaah...
Guzelim ada sarabini kadehte döndürüp kokusunu bir güzel için çekip yudumlayacaksın...
ve balik; limon sıkmadan tadına vara vara kaydıcaksin damagindan..
guzel bir esinti ile yikayacaksin elini yuzunu..
kaya dibinde sabahlayacaksin gunes dokununca yanagina uyanacaksin sabah!..
Yorum Gönder