National Geographic'te Teknoloji Harikaları programını izliyorum. Arap Kulesi anlamına gelen Burj Al Arab'ın 1994'te başlayan ve 6 yıl süren inşaatı anlatılıyor.
Dubai 50 yıl öncesine kadar inci avcılarının, tüccarların ve bedevilerin uğrak yeri olan bir yerleşim birimiyken, petrol kaynaklarının olduğu keşfediliyor. Ama jeologlara göre petrol kaynakları 2016 yılına kadar dayanabilecek. Bu yüzden Dubai'de gelecekte yaşanabilecek bir ekonomik çöküşün farkına varan Şeyh Muhammed Bin Raşid El- Maktum alternatif yollar bulunması gerektiğini düşünüyor. Dubai'nin temel varlıkları olan deniz, kum ve güneşten maksimum faydalanılmasını ve Dubai'yi üst düzey gelir grubunun oyuncağı olabilecek lüks otellerle donatmayı planlıyor. Böylelikle lüks turizm denilince akla Dubai gelecek. Bunun ilk adımı olarak Burj Al Arab'ı hayal ediyor. Eiffel Kulesi'nden yüksek olacak (321 m) bu binanın açılışının milenyumda yapılmasını istiyor.
Projeyi konseptlerinden etkilendiği genç bir ekibe veriyor. Ekibin baş mimarı Tom Wright. Yaş ortalaması 32 ve daha önce 15 m'den yüksek bir bina tasarlamamışlar! Ve 1994'te 6 yıl sürecek maraton başlıyor!!
Tom Wright, bir binanın simge olabilmesi için akılda kalabilecek ve üç beş basit çizgi ile şekli çizilebilecek bir yapı olması gerektiğini düşünüyor. (Örn: Mısır'daki Piramitler, Sydney Opera Binası ya da Eiffel gibi). Burj Al Arab'ın şeklini düşünürken de Dubai sularında süzülen ve rüzgardan kabarmış bir yelkenden esinleniyor. Bir yelkene benzemesini isteyince de doğal olarak binayı denizin üzerine yapma fikri ortaya çıkıyor. Ekipteki mimarlardan bazıları buna karşı çıksalar da Şeyh'in de onayıyla binanın denize inşa edilmesine karar veriliyor.
Böylelikle ilk olarak yapay bir ada oluşturulması gerekiyor. Bu ada için 10,000 ton kaya yüklü mavnalar getirtiliyor. Ama genç ve deneyimsiz mimarlar hava koşullarını dikkate almıyorlar. Saatte 150 km'ye kadar çıkabilen Basra Körfezi rüzgarları ve 3-4 metrelik dalgalar bu 10,000 tonluk mavnaları bile savurduğunda böyle bir fırtınanın otele verebileceği zararı da düşünmeye başlıyorlar. İlk başta düşündükleri gibi Dubai'de bol olan kayalardan bir ada oluşturmak yerine kaya yamaçlar yapıp, üzerlerine içinden su geçebilecek şekilde dört yanı delikli ve zar biçiminde bloklar koyuyorlar. İlk kez kullanılan bu teknik dalgaların zarar vermeden deliklerden geçip gitmelerini sağlıyor.
Temel olarak kullanılacak zemindeki kumun alttan gelen deniz sularıyla aşınmasını önlemek için temelin altına çimento perdeleme yapıyorlar. Böylelikle suların sızması önlemiş oluyor. Kasım 1995'te kumlar boşaltılmış ve ada tamamlanmış oluyor. Artık temel atılacak. Ancak kum bir zemin hem fay hattına çok yakın olan hem de şiddetli rüzgarların etkili olduğu bu bölge için dayanıklı olabilecek mi? Ayrıca kum zemin olduğu için yapının yavaş yavaş kuma batması da söz konusu olabilir. Bundan dolayı zeminim altını beton ve çelik rulo karışımı gibi görünen şeritlerle destekliyorlar.
Rüzgara karşı da dev çapraz kirişler yapılıyor ve bunlar bir beton çekirdeğe bağlanarak dışarıya bir iskelet inşa edilmiş oluyor. Ama dışarıdan görünecek bu iskeletin sadece koruma amaçlı olmaması gerek. Aynı zamanda estetik de görünmeli. Her bir kiriş 165 ton ağırlığında (20 tane çift katlı otobüsten daha ağır) ve 85 m'den daha uzun. Bu dev kirişleri yaptıracak bir fabrika buluyorlar. Şimdi bunların bir de şantiye alanına taşınması gerekecek! 80 tekerlekli dev bir nakliye aracıyla saatte 6 km gibi bir hızla kirişleri şantiyeye taşıyorlar. Şimdi ise başka bir sorun var. 165 tonluk bu dev destek kirişlerinin 200 m yükseğe kaldırılması gerekiyor!! Bu kez Singapur'dan özel bir donanım getiriyorlar. 225 ton ağırlık taşıyabilen dev vinçlerden oluşan bir donanım sayesinde kirişler yerleştirilecek. Ama bir sorun daha var!!! Kirişlerin ana maddesi olan çelik ısı değişimlerine karşı çok hassas olduğundan ve Dubai'deki çöl ikliminden dolayı gün içinde ısı 14 derece kadar fark ettiğinden dolayı kirişlerin boyları gün içinde 5 cm'ye kadar değişebiliyor. Oysa yerleştirme ayarlarının çok hassas olması gerekiyor. Uykusuz geceler geçiren mühendisler bunun için de bir ek parça tasarlayıp kirişleri onlara geçiriyorlar.
Ondan sonra binanın 1'e 50 ölçekli bir modelinde rüzgar tüneli testleri yapıyorlar. Dış iskeletin tamamının rüzgar tehdidi altında olduğu fark ediliyor. Bu yüzden iskelete "sönümleme" adı verilen parçalar ekleniyor. Böylece fırtına olduğunda iskelet sallanıyor, ama binaya bir şey olmuyor.
Şeyh El-Maktum'un istekleri bitmiyor. Otelin en üst katlarından dışarıya çıkan bir kanat gibi görünen ve insanların sanki havada süzülerek yemek yiyorlarmış gibi bir hisse kapılamalarını sağlayacak bir restoran yapılmasını istiyor. Binanın tepesine ilave edilecek restoranın büyüklüğü tek başına bir bina kadar. Ağırlık merkezi ve rüzgara dayanıklılık testlerini yapan mühendislerin şaşırması durumunda insanların yemek yerken 200 m yükseklikten yere çakılmaları mümkün!!
Binanın tepesindeki başka bir çıkıntı ise 330 ton ağırlığındaki helikopter pisti. Burası aynı zamanda tenis kortu olarak da kullanılıyor. Kortlara Andrea Agassi'nin maç yapmadığı zamanlarda zengin müşterilerin helikopterleri iniyor anlayacağınız!
1998 yılı geldiğinde inşaatın 4 yılı bitmiş durumda. Milenyuma iki yıl kala projenin yetişmesi için inşaat devam ederken iç dekorasyona da başlanıyor. Ancak hava koşulları çok elverişsiz (sıcak, nemli, vs) olduğu için ahşap, ipek, vs gibi hassas malzemeler kullanılamıyor. İnşaat alanını soğutmak da kontrol edilemez bir yoğunlaşmanın yaşanmasına neden olabileceğinden ve dekorasyona zarar verebileceğinden dolayı dereceyi çok azar azar düşürerek aylar sonra istenilen sabit serinliği elde ediyorlar.
2002 suit dairesi, 202 kral suiti ve 180 metrelik avlusuyla denizin ortasında yükselen bu dev yelkenin odalarının dekorasyonuna başlanıyor. El-Maktum her suitte her türlü elektronik aletin bulunmasını istiyor. Perdeler, yatakları döndüren mekanizmalar vs gibi şeylerin de elektrik harcadığını düşünürseniz 2002 suitin harcadığı elektrik yaklaşık 6000 kişilik bir kasabanın elektrik ihtiyacına eşdeğer oluyor! Varsın olsun canım, ona da elektrik mühendisleri bir sistem geliştirecekler zaten. Maktum'un derdi mi sanki? :)
İtalya'dan ve Brezilya'dan 24,000 metrekare (yaklaşık 8 futbol sahası) mermer getirtiliyor. Ayrıca 8,000 metrekare de altın levhalar geliyor. İç dekorasyon için Şeyh'in hedefi, tüm dünyaya modern bir Arap Sarayının nasıl olduğunu göstermek. Otelin bitimine altı ay kala iç dekorasyonu görmeye gelen Şeyh elbette (!) minimalist ve tamamen beyaz olarak tasarlanmış avluyu beğenmiyor. Bu yüzden iç mimar altı ay boyunca gece gündüz çalışarak oraya farklı bir ışıklandırma ve fıskiye oyunlarıyla renk katıyor.
Buradaki gösteriş eksiği de tamamlandıktan sonra otel 1999 Aralık ayında ilk zengin müşterilerini ağırlıyor. Yani otel milenyuma bir ay kala açılıyor ve Şeyh El-Maktum da milenyuma otelinin gökyüzünü delen muhteşem restoranında giriyor!! Projede çalışan mimarların ve mühendislerin ise o kadar stres ve yorgunluk sonrasında hem yılbaşında hem de yıl boyunca yatıp uyuduklarını sanıyorum!! :)
4 yorum:
ne şeyh ama!
Herşey iyi güzel fakat Şeyh, neden daha önce 15 m'den yüksek bir bina tasarlamamış mimarlara veriyor projeyi? Çok tehlikeli bir süreç başlatmış oluyor bence.
Ankara Otel,
Risk almış ama neyse ki karşılığını da fazlasıyla almış, değil mi?
Bloğunuzdaki paylaşımları Macbook servisi olarak çok sevdik. Paylaşımlarınızın devamını ve çalışmaşarınızda başarılar dileriz.
Yorum Gönder