Benim Ivır Zıvırlarım ve Tırtıklarım!! :)

Bir şeyin farkına vardım. Ben normal herhangi bir yemeği özlemiyorum. Yemek seçen tiplerden değilimdir. Sebze yemeklerini, pilav+makarna çeşitlerini, ızgara et&tavuk&balık ve tatlılar arasında "asla yemem" dediklerim yok denecek kadar azdır. Ama sorun sevmemek ya da yememek değil! Ben o "normal" yemekleri aramıyorum.













Mesela spordan çıkmışım, kurt gibi acıkmışım. Spora giderken, çıkışta evdeki mis gibi taze fasulyeden bir tabak yemeyi düşünüyorum, ama karnım açken her şey çok farklı oluyor. KFC'nin önünden geçiyorsam, aklıma kızarmış Kentucky tavuk butları ve biscuitler geliyor. Ya da taksiyi Şampiyon'un önünde durdurup "yarım porsiyon kokoreç ve yarım porsiyon mide tava mı alsam" diyorum. "Hadi biraz da midye dolma alayım! İso da yiyebilir, hatta birer porsiyon yapalım şunları." :) Diyelim ki Cağaloğlu'na kitap teslim etmeye gidiyorum. Dönerken Eminönü İskelesi'nden vapura binip Beşiktaş'a geleceğim. Vapur iskelesinin hemen yanındaki o balık-ekmekçilerden yayılan koku beni mutlaka baştan çıkarıyor. Sahilde yürüyüş yapmışım, eve dönüyorum, akşam İso yemeğe gelmeyecek, çünkü toplantısı var. O zaman eve dönerken şu meşhur Çiğ Köftem'den mi bir şeyler alsam, yoksa Hacıoğlu'ndan lahmacun mu yaptırsam diyorum. Ama evdeki kıymalı ıspanağı yoğurtla yemek nedense aklıma gelmiyor.



Prag'da bile gözüm restoranlardan çok büfelerde satılan ve o reklamlardaki gibi görünen sosisli sandviçlerdeydi. İso'yu son gün ikna edebildim o sosislilerden yemeye. (İso tatillerde hep en özellikli restoranlarda oturup, oraya özgü bir şeyler yemeyi tercih eder. O yüzden benim bu histerik ısrarlarım ona çok tuhaf geliyordu. ) Ama ne yapayım, ben onun risk aldığı durumlarda sesimi çıkarıyor muyum? Mesela o Sultani'sini yerken! :)) İşte ben de son gün sokak büfelerindeki o sosislilerden yedim. Daha doğrusu tek bir ısırık, hayallerimi yıkmaya yetti ve yiyemedim. Ama pişman değilim! :)


İşte ben bu tür gıdalara maalesef bayılıyorum. İçki alışkanlığım bile şarap & peynirden çok, rakı & bolca meze veya bira & bolca çereze meyilli.

Bir de garip bir problemim daha var. Psikologlara duyurulacak cinsten bir problem: Önümde ne olursa olsun bir tırtıklama ve kabuk yeme sorunum var! Allah'tan henüz muz ya da karpuz kabuğu yeme aşamasına gelmedim! :) Ama mis gibi bir börekten bir dilim alıp yemişliğim yoktur. Üst katmanlar itinayla sıyrılır, alttaki katman da öyle, o kadar! Ekmeklerin ve simitlerin üst kabukları, soyalı fıstığın dış kabuğu yenir-iç fıstığı atılır, ayçöreğinin dışı yenir-içindeki çikolatalı kek bölümünün üzümleri ve cevizleri ayıklanır ve yenir, kalanı atılır. Eski şube müdürümün kulakları çınlasın, çünkü tabağımdaki parçalanmış ayçöreği içini görür görür ve hiçbir şeye benzetemezdi. Ta ki bir gün sorup, benden öğrenene kadar. Ben de onu özellikle masamda bekletirdim, çünkü arkadaşım Huckleberry Finn ayçöreği içine bayılırdı..:)) Biz banka şubesinin Tom Sawyer ve Huckleberry Finn'i olarak harika bir ekiptik o zamanlar..:)


İşte böyle... Adana'da ailemin evinde olmak bana bu tuhaf yeme düzenimi bir kez daha hatırlattı galiba. Önüm arkam sağım solum annemi ziyarete gelenlerin getirdikleri tırtıklanacak şeylerle dolu! Mutfağa her girişim, bir böreğin ya da revani diliminin ya da kurabiyenin perişan olmasına neden oluyor. Sonra kendimi koşu bandının üstüne atıyorum, ama nafile! İstanbul'da ton balıklı, brokolili, beyaz leblebili ve günde sadece iki Eti Fıstıklı Çikolata karesi eşliğindeki kahve sefalarıma dönmem gerek bir an önce!! Dayan İmge! Hadi, üç gün daha dayan! Bunu yapabilirsin!

Ama önce şu Rengin Pastanesi'nin damla çikolatalı kurabiyelerinden bir tane daha yesem diyorum. Biri beni bu kısır döngüden kurtarsın, lütfeeennnn! :)

Hiç yorum yok: