-(Başını öne doğru sallıyor.. Demek ki anladı.)
Bikinim, sazlardan yapılmış pareom ve saçlarımda ve boynumda çiçeklerden ve tropik meyvelerden tasarladığım takılarımla bembeyaz kumlarda yürüyerek plaja gidiyorum. Eeee, kolay değil, bir aydır buradayım, insan kendisine uğraşacak bir şeyler bulmak zorunda. Ben de el sanatlarıyla uğraşıyorum. Harika takılar tasarladım. Marangozluk bile yaptım yeri geldiğinde. Sağ olsun, Cuma’nın çok yardımı oldu. Küçücük ve çok sevimli bir kulübem var burada. Plaja gidiyorum dediğime bakmayın siz. Çok değil, kulübemden 15–20 adım attığımda okyanusun serin sularında oluyorum. Tenim bronzlaştı, saçlarımın rengi iyice açıldı güneşten. Cuma sayesinde harika besleniyoruz. Kocaman yengeçler, balıklar, karidesler yakalayıp ateşte pişiriyor onları. Garip otlar çöpler buluyor bir yerlerden ve çok güzel salatalar yapıyor bana. Sonra ananas, Hindistan cevizi, muz, mango gibi bulduğu her meyveden sihirli karışımlar yapıp getiriyor. Birlikte Hindistan cevizlerinin ve ananasların içlerini oyarak değişik bardaklar ve kâseler bile yaptık!
Burası harika bir yer.. Önüm alabildiğine okyanus.. Uçsuz bucaksız bir mavilik, beyazlık ve yeşilliğin ortasındayım. Gözlerim, cildim ve en önemlisi zihnim adeta parlıyor!! Yaaa kimse inanmamıştı “Kaçıp gitmek istiyorum” dediğimde… “Nihohohaayytt!! Yapılabiliyormuş demek ki.." İyi ki kaçmışım ama. Uzun bir süre daha burada kalmak istiyorum. Bir ay asla yetmez!! Bir yıl? Dur bakalım, görürüz elbet yetip yetmeyeceğini. Küçük teknemizle en yakın medeniyet bölgesine varmamız sadece 1 saatimizi alıyor. Oradan özlediğim birkaç yiyecek&içecek ve ihtiyacım olan şeyleri aldırıyorum Cuma’ya her Cuma. :) (Şu çocuğun adını da değiştirsem diyorum bu arada! Cuma hiç orijinal bir isim değil… Şaka yollu Cuma dedikçe alıştı adına garibim… Aklımda bir iki isim -Lancelot, Pertev ya da Frederick mesela- var, ama hayatta kabul etmez onları... Neyse, bu konuyu sonra düşünürüm.)
Geçen hafta bir gün kulübenin arkasındaki ağaçların arasında tuhaf hışırtılar duydum. Ödüm koptu! Karanlıkta tir tir titreyerek Cuma’nın kulübesine gittim ve gidip etrafa bir göz atmasını istedim. Allah muhafaza, ıssız adaya geldik derken Benjamin Linus ve ekibiyle falan karşılaşmayayım da! Yağmurdan kaçarken doluya tutulma böyle olur herhalde! Hani illa ki Lost’tan bir karakterle karşılaşacaksam, Sawyer’ı alabilirim. :) Ya da tamam, Sayid de olur. Jack mi?? Asla!! Hiç işim olmaz o öğreten adamın başımda liderlik taslamasıyla! Ben kaçmışım kafa dinlemeye, Jack’i mi dinleyeceğim! Neyse… Cuma da gitti dönmedi bir türlü! Nerede bu çocuk?
-Cumaaaa… Cumaaaa
Birileri geliyor sanki… O da ne? Cuma doğurmuş! 4 tanesi birden geliyorlar sanki! Karanlıkta da seçemiyorum yahu! Kim onlar acaba? Aaaaa, Cuma yanında 3 tane maymunla birlikte geliyor. (3 maymun da ironik oldu, ama hikayeye lezzet kattı, aynen kalsın!) Meğer hışırtıların sorumlusu onlarmış. (Ay, çok komik görünüyorlar, Daltonlar gibiler.) Neyse, hep bir köpeğim olsun istemiştim. Çekim yasası ile evrene gönderdiğim bu enerji bana 3 Maymun olarak geri döndü! Buna da şükür! Yarın bunları eğiteyim ben biraz. Terlik atıp getirme, jonglörlük, takla atma, vs derken 1-2 ay oyalanırım ben bunlarla.. :) Vay be, keyfim yerine geldi bak şimdi! Bu trioya da isim bulmam gerekecek. Süper görünüyorlar, değil mi?
—Tamam Cuma, sen gidebilirsin artık.
—(El kol işaretleriyle rahatsız olduysam biri sırtımda, biri kucağımda, biri de bacağımda asılı duran maymunları kovabileceğini anlatmaya çalışıyor.)
—Ben hallederim, Cuma. Sen yat bakalım. Yarın sabah erkenden tekneyi hazırla. Ben de seninle şehre geleceğim. Şu maymunlara top, oyuncak falan alalım.
(Bir de bir Internet Cafe bulayım da kâğıda yazdıklarımı bloguma aktarayım. Hayranlarım özlemişlerdir beni. Bir iki telefon konuşması da yaparım belki, ama numara çıkar, nerede olduğumuz anlaşılır o zaman… Hımm, mail atsam bulurlar mı yeni yerimi? Neyse, blogdan anlarlar iyi olduğumu artık! Kimseleri düşünmemek için buradayım, öyle değil mi?)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder