Daha önceki yazılarımdan birinde Eminönü’ne bayıldığımdan bahsetmişimdir. Çevireceğim kitapları almak ve teslim etmek için Cağaloğlu’na gidip gelirken Eminönü’nün ara sokaklarını dolaşmazsam olmaz. O aralar takı tasarımına sardıysam incik-boncuk alışverişi; Kahve Dünyası’ndan içi kahveli drajeler; mutfak eşyaları bölümünden İso’yla bana ehli keyif (hadi annemle babama da alayım, yazlığa giderken götürürüm); anneanneme masa örtüsü alayım; kayınvalidem şu pullu şeritlere bayılır; “misafir terliği alsam mı?”; Vakko’nun ve Atalar’ın indirim mağazalarına da bir uğrayayım; Mısır Çarşısı’ndan safran ya da zahter almayı unutmayayım; kapının önündeki paspası yenileyeyim; “yılbaşını bizimkilerle kutlayacağız, herkese yanar döner bir Noel Baba şapkası mı alsam?” derken duruma göre birkaç saat boyunca kendimi kaybettiğim olur orada... Hele bir de annemi arayıp, “Annoşum, Eminönü’ndeyim, buradan istediğin bir şey var mı?” diye sorduysam yandık!! Çünkü cevap genellikle şöyle olur: “Aaaa, Zeynep’e bir gecelik, Ömer’e pijama takımı, kızı 1 yaşına girdi, ona da çocuk elbisesi bakabilirsin, Recep’in de kızı olduğu için ona da bir pijama ve bebek tulumu alabilirsin, deden de Eğirdir’deki ev için bahçe terlikleri istiyordu: 40–41 numara, bir de geçen sefer baktığımız şu banyo paspaslarına ve nevresim takımlarına bakabilirsin, bir de Kurukahveci Mehmet Efendi’den taze kahve getirebilirsin, bir de…”
“Hem ağlarım hem giderim” hesabı ben de Eminönü’nde başıma gelecekleri “hem bilirim hem giderim.”
Yalnızca canım kocacım bu duruma son derece net ve temkinli yaklaşır. “İso’cum, yarın Eminönü’ne gidiyorum, istediğin bir şey var mı?” sorusunun cevabı bellidir. “YOK!!”
Neden mi? Çünkü Eminönü dediğimde hâlâ yaklaşık beş sene öncesinin travmasını yaşıyor İso’cum! O zamanlar yeni iş değişikliği yaptığı için ofisine bir hediye almak istiyordum ve yine Eminönü’nde dolaştığım bir gündü. Hanlardan birinde o sıralarda dekorasyon dergilerinde gördüğüm ve Mudo Concept’te satılanlara çok benzer bir saat gözüme çarptı (Mudo Concept'e bayılırım bu arada). Hemen hevesle saati kocacım için hediye paketi yaptırdım. Akşam paketi kendisine verdim, heyecanla açtı ve çok beğendi. Buraya kadar her şey normal, değil mi? Peki, ya saatin pillerini taktıktan sonra ne oldu dersiniz?
Kocam ilk başlarda hediyeyi alan taraf olarak kibarlığı elden bırakmadığı için hiçbir şey söyleyemedi. Ama bir şeylerin ters gittiği çok belliydi!
En sonunda şöyle dedi: “Anti-aging saati aldın demek? Zamanı tersine çevirmek fikri gerçekten güzelmiş!” Yüzümün kıpkırmızı halini ve “veremediğim” tepkilerimi kocamdan dinlemenizi tavsiye ederim. Zira kendisi hâlâ bu hediyemden dolayı benimle dalga geçer. :) Evet, tahmin ettiğiniz üzere saat geriye doğru gidiyordu! Yani pili taktığımızda saat 20.00 ise aradan bir saat geçtikten sonra saat 19.00 olmuştu! Ağlamak istiyordum sayın seyirciler, ama kocam karşımda karnını tutarak güldüğü için ağlayamıyordum. Ve bu saat şu an bile ibret-i alem olsun diye görebildiğim bir mesafede duruyor!
Bir de dalga konusu oldum. Geçenlerde kardeşim İhsan’ın ve benim olduğum bir ortamda İhsan’a dönerek şöyle dedi: “Abi, sen yine iş değiştirdin bak, İmge de Eminönü’ne gidip duruyor bu aralar, dikkat et bence, sana Sony yerine Cony marka herhangi bir şey alırsa bittin demektir!”
Birkaç gün önce Nişantaşı’nda annem ve babamla birlikte Mudo Concept’i gezerken İso’cumun yeni ofisi için masa saatlerine de baktım. Bence özellikli bir şey yoktu. Çünkü aralarında benim yıllar önce Eminönü’nden aldığım gibi enteresan bir tanesine rastlamadım! :)
1 yorum:
"Kim hayatında böyle bir hediye almıştır?" sorarım sana.. Ne yapsak yaranamıyoruz işte! :))
Yorum Gönder