Hayvanat Bahçesindeyiz...

Önceki yazımda bahsettiğim Galleria Borghese'in bulunduğu o kocaman parkın bir bölümünde de hayvanat bahçesi bulunuyor. Roma'da geçirdiğimiz dört gün boyunca ayak basmadığımız yer kalmadığı gibi, hayvanat bahçesine gidecek vaktimiz bile oldu. Çocuklar gibi şendik o gün!! :)

















Bir hayvanat bahçesine en son ne zaman gittiğimi hatırlamıyordum bile. Çocukluğumda olmalı! Yani en az yirmi yıl önce!! O yüzden çok keyifli geldi bana. National Geographic sponsorluğundaki Roma Hayvanat Bahçesi'nin girişi kişibaşı 10 EURo. Sürüngenler için ayrılan özel bölümü de görmek isterseniz 2,5 EURO daha ödemeniz gerekiyor. Roma Pass sahiplerine uygulanan %20'lik indirimle birlikte 10 EUR'ya ikisini birlikte de görebilirsiniz.

Kafeslerde değil, kendilerine ayrılan özel doğal gezinti alanlarında yaşayan yüzlerce hayvandan bazıları:



























"Kaplan burada, aslan nerede?" diyorsanız, paşanın keyfinin yerine gelip ortalıkta iki tur atması için çok bekledik, ama nafile... Sıcaktan mayışmış bir halde bezgin Bekir modunda pinekliyordu beyefendi! Ormanların Kralı ya bizimki! National Geographic'te izliyoruz krallığını gerçi! Avlanmayı, çocuklara bakmayı, korumayı, kovalamayı dişi aslana yaptır, ama adın kral olsun! Oh, ne güzel! Diğer hayvanlar kesin o koca yeleli kafasından korkuyorlar! "Bir aslanın yelesini kesip yeniden doğal ortamına bıraksak ne olur acaba?" diye psikopatça bir düşünce geçiyor aklımdan.

Bu düşünceyi hemen uzaklaştırıp, benim favori hayvanımın yanına doğru ilerliyoruz. Reptile House yani Sürüngen Evi'ne gidiyoruz. Iguanalar, kertenkeleler, yılanlar ve bir sürü sürüngen çeşidi arasındayız:























Benim favorim ise kesinlikle timsahlar.

Bu sinsi ve vahşi hayvanın belgeselini izlemeye de bayılırım. Dere kenarından su içen küçücük bir antilobun burnunun dibindeki suyun içinde olabilir, ama suyun üzerinde tek bir kıpırtıya neden olmadan öylece doğru zamanı bekleyebilir. Sonra da tek bir hamlede kendi boyu kadar yukarı sıçrayarak o antilopçuğu adeta etsiz tavuk kanat yermiş gibi afiyetle mideye indirebilir. (Burada timsahla aramda empati kurarak, onun antilop yerken aldığı zevkin neye benzediğini çok iyi anladığımı anlatmaya çalışıyorum! Bu arada benim de etsiz tavuk kanat yerken neye benzediğim hakkında bir fikir sahibi olmuşsunuzdur herhalde! :) ) İlk hamlede yakalayamazsa avının kaçma şansı yüksektir. Çünkü timsahın vücudu az önce yaptığı o sıçrama hareketiyle birlikte bol bol laktik asit salgılamış ve onu bir süre hareketsiz kalarak beklemek zorunda bırakmıştır.



















Sıçrayışlarını görmeyi çok isterdim, ama bizimkiler de az önce bir antilop götürmüş ve fazlasıyla laktik asit salgılamış gibi yatıyorlardı. O kadar hareketsizlerdi ki maket olabileceklerini bile düşündük. :) Yaşadığım diğer bir hayal kırıklığı ise bir Nil timsahı görmeyi beklerken Amerikalı timsah görmüş olmamdı! Hiç Nil'den gelen ile Amerika'dan gelen timsah bir olur mu yahu!!

Ama yine de her iki resimde de yüzümdeki mutlu ifadeden timsah görmekten ne denli keyif aldığımı anlayabilirsiniz. "Ne yapayım ama, (şimdi yüzüme Avrupa Yakası'ndaki İzzet ifadesi takınarak devam ediyorum) timsahları Seviyorum Uleeeen!!" :))

Hiç yorum yok: