3 Maymun

Dün akşam G-Mall'daydık. Mustafa için gittiğimizde (yani 2 hafta öncesi bile değil) her yer alt katta açılacak olan MAC spor merkezinin inşaat karmaşasıyla kaplıydı. Hatta "uzun bir süre buraya gelmesek iyi olur" diye düşünmüştük. Ama yine de hafta arası mümkün olan en yakın sinemaya gitmek adına yine G-Mall'daydık. Spor merkezi tamamlanmış ve derlenip toparlanmış bir G-Mall vardı karşımızda. Tıpkı eski günlerdeki gibi.. Ve Pazartesi akşamı olmasına rağmen hiç de fena olmayan bir kalabalık bulunuyordu. MAC de dışarıdan çok şık ve ferah görünüyordu, ama hiç ısrar etmeyin, Essporto'yu hiçbir yere değişmem! :)

Neyse, konumuz Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi "3 Maymun". Kısa ve net bir biçimde fikrimi soracak olursanız ben beğendim. Ama açıkça söylemem gerekirse, herkese izlemesini tavsiye edebileceğim bir film değil. Özellikle de James Bond izlemek için yanıp tutuşan erkek seyirciler kendilerini ısrar üzerine bu filmde bulduklarında orta şiddette bir travma geçirebiliyorlar! :)

Çok durağan, kasvetli ve karanlık bir film olduğuna dair eleştiriler okumuştum. Bunlara katılıyorum, ama o içeriğin içimize işleyecek şekilde verilebilmesi için o durağanlığa, kasvete ve karanlığa ihtiyaç duyulmuş olması normaldir diye düşünüyorum. Temel olarak hepsi de birbirine 3 Maymunu oynayan üç kişilik bir aile ve bir de patron ile birlikte toplam dört oyuncu arasında geçen bu filmde haliyle oyunculuklar son derece ön planda. Tüm oyuncuları başarılı buldum. Sanki bir film karakteri değilmişlercesine doğaldı her tavır ve hareketleri...Yavuz Bingöl'ün oyunculuğunu beğeneceğimi hiç düşünmezdim, ama onu da çok başarılı bulduğumu ve rolüne çok yakıştırdığımı söyleyebilirim.

Filmde çok etkilendiğim sahnelerden birincisi karı-koca arasındaki "üç maymunluk" olayın sessiz bir şiddetle açığa çıktığı ve kabullenmenin başlangıcı olan, Eyüp (Yavuz Bingöl) ve Hacer'in (Hatice Aslan) yatak odasında geçen sahneleri oldu. İkincisi ise anne-oğul arasındaki "üç maymunluk" olayın yaşandığı anda İsmail'in (Ahmet Rıfat Sungar) durumu ve daha sonra annesiyle yaşadıklarıydı. Görmedim, duymadım, bilmiyorum diyerek hiçbir şey olmamış ya da değişmemiş gibi görünen, ama kocaman depremlerin yaşandığı ve taşların tamamen yerinden oynadığı bir hikaye! Dışarıdan bakınca sıradan insanların sıradan hikayeleri belki.. Ama bence sırlarla, üzüntülerle, korkularla, güven yıkıntıları, hayal kırıklıkları, öfkeler ve vicdan azaplarıyla dolu, duygusal yoğunluğu çok yüksek olan ve içinize bir yumruk misali oturan bir hikaye izleyeceksiniz.

Bu arada o sudan çıkıp, Eyüp'e ve İsmail'e iki kez görünen hayalet velet de tüylerimi ürpertmedi değil! Zaten o velet filmle ilgili eleştirilerimden biri olacak, çünkü o ölen küçük çocuğun hikayesinin yeterince açık anlatılmadığını ve biraz havada kalmış olduğunu düşündüm. Yine de sanki baba ve oğulun bu olayla ilgili hem ölen çocuğa hem de anneye karşı bir vicdan azabı ve suçluluk da duyduklarını hissettim. Herhalde yalnızca "Dur bir de korkutayım şunları" diye filme eklenmiş bir unsur değildir! Bence filmdeki başka bir korku filmi unsuru da Yıldız Tilbe'nin bir şarkısı melodisiyle çalan Hacer'in cep telefonuydu!! "Haayıııır, o sesi duymak istemiyoruuum!!"

Ama başka da bir eleştirim yok. Sadece Nuri Bilge Ceylan'ın "yalnız ve güzel ülkemize" daha nice güzel ödüller getirmesini ve başarılarının devamını diliyor ve "ellerine sağlık" diyorum.

5 yorum:

Zamandan Sızan dedi ki...

Ay neydi o şarkı da hakikaten ya..Film sırasında bayağı ezberlemiştim..şimdi sana yazayım seni gülümsetmek için dedim ama anımsayamadım :)

Imge dedi ki...

:)) teşekkürler, gülümsettin kabul ediyorum..:) ama hatırlayana kadar çatladım!!

"Sen de sev, ama sevilmeee..." :)) diye başlıyordu, sonra bir yerde "acı çek ben gibi" vardı.. bir de "mum gibi erimek" ile ilgili bir şeyler vardı..:)

Adsız dedi ki...

ıssız adam ı tavsiye ederim şiddetle

mutfakfaresi dedi ki...

Aynı noktaya takılmışız. NBC'ın hayalet çocukla ilgili izleyiciyi netleştirmemesi beni rahatsız etmişti. Amacını (varsa) da anlayamadım. Ömür Gedik'in gazete ekindeki yazısında okumuştum sanırım çocuğun suda boğularak öldüğünü. Bunun dışında filmi çok sevdim. Cep telefonunda çalan Yıldız Tilbe şarkısı olayı, NBC'nın iyi bir gözlemci olduğunu bize tekrar gösteriyor. Etrafına bir baksana ülkemizde bu durum çok yaygın. Benim temizlikçinin cep telefonu melodisi bir türkü ve her çaldığında kopuyorum. Küçük, güzel ve izleyici üzerinden çok etkili bir ayrıntı diye düşünüyorum. Bir de filme girerken Yavuz Bingöl'ün oyunculuğuyla ilgili kuşkularım vardı ama beni şaşırttı. Onu da Hatice Aslan'ı da ve Ahmet Rıfat Şulgar'ı da çok başarılı buldum. NBC her ne kadar politik gönderme yapmadım dese de ki ben bunu söylemesini bile bir gönderme olarak kabul ediyorum, Ercan Kesal'in oynadığı karakter başlıbaşına bir politik gönderme zaten. Sonuç ben NBC filmlerinden çok keyif alıyorum. Hızımı alamadım burda kesiyorum :o)

Imge dedi ki...

Özlem,

Politikacı konusuna kesin katılıyorum. Bence de NBC bir gönderme yapmış o karakteriyle.

Hayalet çocukla ilgili kendi senaryom: çocuk ihmal sonucu ölmüş (boğulmuş) ve bu ihmal de baba-oğulun ihmali, hem kendi vicdan azapları hem de anneye karşı da bir nevi suçluluk duygusu hissetme durumları var gibi geldi bana.. Karısının patronuyla birlikte olduğunu öğrendikten sonra Eyüp'ün yeterince (ne kadarı yeterliyse! :)) tepki vermemiş olmasını da biraz buna bağladım sanki! Ya da uçmuş olabilirim.

Adsız,

Cuma akşamı Issız Adam'ı izleyeceğim.. Hatta bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Beyoğlu'nda izlemeyi düşünüyorum. Yorumlarımı yazarım..