İstanbul Arkeoloji Müzesi

Pazar günü uzun zamandır gezmeyi planladığımız İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne gitmeye karar verdik. Bu arada Antakya'da çıkarttırdığımız geçici Müze Kart'larımızın gerçeklerini de almış olduk. Yani artık 2010 yılının Nisan sonuna kadar Türkiye sınırları içindeki her müzeyi ve turistik yeri istediğimiz kadar gezme hakkına sahibiz. Bir kez daha şiddetle tavsiye ediyorum.

Sultanahmet'te gezmediğimiz tek yer bu müzeydi ve katıldığımız bir kültür turunda son derece bilgili bir rehberimizin de gezmemizi tavsiye ettiği bu müzeyi çok merak ediyorduk. Ancak cıvıl cıvıl, turistlerle dolu Sultanahmet Meydanı'na vardığımızda aslında fark etmediğimiz pek çok müze, çeşme ve başka yapılar da olduğunu fark ettik. Ya da ne bileyim Topkapı Sarayı'nı ve Yerebatan Sarnıcı'nı on yıl önce gezmiş olduğumuzu hatırladık. Zaman kalmadığı için Topkapı Sarayı Müzesi'ni gezmemiştik bile... Müze ve tarihi mekan turları dışında Sultanahmet'te kendimizi bir kez daha farklı bir ülkenin turistik bir bölgesindeymiş gibi hissettik. Şirin restoranlar, teraslar ve pub'ların çok keyifli göründüğüne karar vererek, bu bölgeyi yeniden ve detaylıca ele alma kararı aldık. O yüzden bu bahar ve yaz haftasonlarında "İmge, Sultanahmet'ten bildiriyor" durumuna hazırlıklı olun! :)

















Müzenin ana binasının dış görünüşü yukarıdaki gibi. Bunun dışında avlunun etrafındaki binalarda çini eserleri ve şark eserleri müzeleri de var. Biz ana binadan başlıyoruz. Zaten beklemiyoruz, ama yine de kapıdaki görevliyle şansımızı bir deneyelim: "Müze planı gibi bir broşür var mı?" Elbette yok, çünkü Türkiye'deyiz! Bu kadar devasa bir müzenin bile planı ya da bir tanıtım broşürü bulunmuyor. Ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey tarafından 1891 yılında kurulan bu müzede ilk önce Arkaik Çağdan Roma Devrine kadar uzanan çağlar boyunca değişik kültürlere ait heykelleri görüyorsunuz. Beni ilgilendirenler her zaman olduğu gibi Hellenistik dönem Yunan ve Roma sanatı oluyor. En çok da meşhur mitolojik kahramanlar: Olympos Tanrıları!



















Sonra değişik dönemlerden değişik kalıntılar, objeler, amforalar, sikkeler, vs gibi pek çok eserin sergilendiği bir dolu salonu geziyorsunuz. Buralarda yer alan açıklamalar hiç de fena sayılmaz. İstanbul'un değişik semtlerine ait bölümler ve oralardan çıkmış eserlerin sergilendiği bölüm çok ilgi çekici. Mesela aşağıdaki resimde Haliç'e girişi engellemek için koyulan zincirler ve Galata Kulesi'nin 14. yüzyıldan kalma çanını göreceksiniz. Bu arada yanınızdan geçen güvenlik görevlilerinin konuşmalarına kulaklarınızı tıkamanızı öneririm. Yoksa "Abi, şu çanı eskiciye satmaya kalksan 5 lira bile vermezler, ama tarihi eser işte.." falan gibi sözler duyabilirsiniz mazallah! :)

















Müzenin en ilgi çekici diğer bir bölümü ise farklı dönemlere ait pek çok lahdin bulunduğu son salonlar. Burada hepsi birbirinden sanat eseri olan lahitler arasında belki de en gösterişli olanlarından biri İskender Lahdi'ydi (aşağıdaki ilk resim). Ama hepsinin böyle aşağıda gördüğünüz gibi korunaklı olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Dokunmak elbette yasak, ama dokunmayan da yok gibi bir şey. Güvenlik görevlilerine sorduğumuzda, hepsinin kapatılmasının ya da önüne bir set çekilmesinin gezilecek alanı daraltacağı gibi bir yanıt aldık. İnsanların ellerinden geçen asidite ile eserler yavaş yavaş yıpranıyor, ama olsun, gezi alanımız bol! İleride gezecek bir şey kalırsa tabi!

















Hızlı gezmiş ve ilgimizi çekmeyen bölümleri atlamış olmamıza rağmen iki saatten fazla bir zaman harcadığımızı fark ediyoruz. O yüzden çinileri boşverip, şark eserlerinin sergilendiği binaya gidiyoruz. Buradaki eserler arasında bence en ilgi çekici olanı dünyanın ilk yazılı anlaşması sayılan Kadeş Antlaşması'nın parçası ve en ilginç bölüm ise bir mumyanın ve kanop (mumyalanan bedenin çıkarılan iç organlarının saklandığı vazo) adı verilen vazoların olduğu bölüm. Burada mumyalama sürecinin anlatıldığı bir yazı da bulunuyor. İlginizi çekebileceğini düşünerek onu da aşağıya ekliyorum:

















Pazar kahvaltısı yerine birer tabak Nesfit yiyerek çıktık, önce Eminönü, sonra tramvayla Sultanahmet'e geldik, saatlerdir müze geziyoruz, o zaman sırada ne var? Tabi ki yemek! Muhteşem bir keşifle karşınızda olacağım. Az sonra!

7 yorum:

Asortik Krep dedi ki...

Sergi ve Arkeoloji müzesi,kıskanıyorum seni şu anda :)

Imge dedi ki...

Kıskanma Asortik, aile ziyareti için gelmiştin, bir kez de turistik ziyaret için gel İstanbul'a, olsun bitsin..:)
Sevgiler..

Asortik Krep dedi ki...

Ben de sizin gibi her yeri gezdim ama arkeoloji müzesini görmemişim :)) Hele Yerebatan sarnıcını, sultanahmeti iyi bilirim..(Eski evlerinde yerlisi oturur hala,arkadaşlarım var orada oturan..) Kalanı otel oldu..Gülhanenin her halini hatırlıyorum:) ama müzeye gidememiştik bir türlü :(
Sultanahmet'in denize yakın yeri Cankurtaran'da güzel bir semttir :)

Imge dedi ki...

Çok eskiden tam bir yaşam merkeziymiş zaten Sultanahmet, ama şu anda orada yaşamak kesinlikle çok daha değişik bir şey olmalı. İlginç olduğu kesin..Cankurtaran'ı hiç bilmiyorum.. Ya da belki de biliyorumdur, ama farkında değilimdir.. Eminönü ve Sultanahmet için böyle durumlar yaşadığım oluyor çünkü.. İsmen bilmediğim ama defalarca dolaştığım yerler çıkabiliyor bazen..:)

chido dedi ki...

Arkeoloji müzesi çok güzeldir, eskiden üniversiteden en yakın arkadaşım Barış'la gidip karakalem çizimler yapardır yere oturup :) nostalji yaptırdın bana, onunkiler hep benimkilerden güzel olurdu gerçi, o da ayrı :)

Imge dedi ki...

Hımm, demek böyle marifetlerimiz de var Chido Hn! Süper valla! :)

Hatta şimdi hayal meyal hatırladım gibi, sen süper karakalem kadın figürleri mi çizerdin Tarsus'ta? O sen miydin bakiym? :))

chido dedi ki...

hafızana hayran oldum imge :) doğrudur, o bendim :)