Emile Zola'nın Meyhane'si

Fransa'da natüralizm akımının öncüsü sayılan Emile Zola'nın Meyhane adlı romanını bitirdim az önce. Boğazım düğümlendi ve mideme bir yumruk oturdu kitabın son sayfalarında. Üstelik belki de umudun, azmin ve başarının hikayesi olabileceğini düşünerek okurken Jervez ve ailesinin alt üst olan ve büyük bir çöküşle sonlanan yaşam öyküsü beni de darmaduman etti. Emile Zola, Jervez ve ailesinin yaşadıklarından yola çıkarak aslında Paris'in varoş sayılabilecek mahallelerinde yaşayan işçilerin sorunlarına değiniyor. Eseri yayınlandığında büyük eleştirilere maruz kalmış olmasına rağmen Zola'nın Meyhane'si zaman testinden geçerek bir klasik olmayı başarmış. Hatta o dönemlerde Amerika'da işçi sınıfının yaşamının konu edildiği roman türünün de doğmasına neden olmuş. Yazar kendisine yapılan eleştirilere karşı kendini savunurken ise şöyle demiş: "Gerçekleri yazdım, romanın kahramanları kötü insanlar değiller, sadece eğitimsiz ve yaşadıkları ortamın yıprattığı insanlar..."

Ayrıca romanının kendi kendisini savunacak güçte olduğunu da eklemiş. Görüldüğü üzere haksız da çıkmamış doğrusu! Eleştirildiği nokta ise yoksul semtlerdeki kokuşmuşluğu, ayyaşlık ve aylaklığın getirdiği kaçınılmaz sonu, aile bağlarının çözülmesini, doğal sonuç olarak yaşanan ahlaksızlıkları ve rezaleti olduğu gibi apaçık anlatmasıymış.

Bu romanın yazıldığı 1877 yılında Emile Zola otuz yedi yaşındaymış. 22 yaşına gelene kadar Paris'teki sefaleti birebir yaşamış biri olarak yazdığı romanlardaki ortamı da aslında çok yakından tanıyan bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. 1862'de bir yayınevinde çalışmaya başlayarak yoksulluklarla dolu hayatından kurtulan Zola'nın ilk hikayeleri 1864 yılında basılmış. Ayrıca Le Figaro gazetesine makaleler yazarak da adını duyurmaya başlamış. 1867 yılında ise kısa sürede tanınmasını sağlayan Therese Raquin adlı eseriyle klasikler dünyasına girme yolunda ilk adımını atmış.

Ne varsa doğruyu söylediği için dokuz köyden kovulanlarda var galiba! Çok keyifli bir anlatımla bizlere aktarılan bu cesur klasiği henüz okumadıysanız okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum.

8 yorum:

Unknown dedi ki...

Bu kitabı ilk okuduğumda sanırım ortaokuldaydım ve çok etkilenmiştim. Babam her gün arabayla beni okula bırakıyordu ve annem sabahları kahvaltıdan sonra muhtemelen uyuyordu. Kim fakirmiş, kim değilmiş.. Böyle bir farkındalık bile yoktu kafamda... Bir farkındalık oluşturdu bende. Bunun yanında ikinci okumam da birşey daha fark ettim. Dürüstlüğün içimizde var olmasının, dürüst olabilmek için yeterli olmadığını.. Karakter aslında toplumda herkesin düşebileceği temek hatalardan geçerken (açgözlülük,tembellik vb.) kendini fuhuştan sonra ölümün yanı başında görüyor. Hele ki bu karakterin aslında kötü biri olmadığını farkettiğiniz halde bu şekilde sonlanması, şok etkisi yaratıyor. Emile Zola'nın bunları tasviri tüyler ürpertici. Bu kitap benim hep favorilerimden oldu. O kadar klasik okudum,hiçbiri hataların insanları nerelere sürükleyebileceğine dair bu kadar açık olmamıştı. Herkesin dilinden düşmeyen suç ve ceza bile bence insanı ürpertemezken bu kitap insanı sersemletiyor bile!Çok güzel bir yazı olmuş,teşekkürler

Adsız dedi ki...

Teşekkürler çok güzel bir kitap paylaşımı olmuş. Lİstemem aldım.

asli koyuncuoğlu dedi ki...

Emile Zola'nın eleştiriler karşısındaki tavrı bile bu kitabı okumam için yeterli bir sebep.Hemen sipariş verip okuyacağım.Teşekkürler böyle bir kitabı tanıttığın için

Imge dedi ki...

Cesise,

Asıl ben teşekkür ederim. Bu detaylı yorumunun yazıma büyük katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu romanı Suç ve Ceza'dan daha etkili bulduğunu belirtmişsin ki bu yorumuna da sonuna kadar katılıyorum!

Kitap Kurdu,

Senin yorumlarını da merakla bekleyeceğim o zaman...

Aslı,

Umarım sen de benim kadar beğenirsin bu romanı. Dediğin çok doğru aslında: kimi zaman yalnızca yazarın tavrı ve duruşu bile kitabı okumaya iten bir etmen olabiliyor..

Hepinize sevgiler..

Yıldıray Karakiya dedi ki...

Zola, Dreyfus Davası'ndaki tavrıyla da tanınıyor. Dava Fransız genelkurmayında görevli Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un bir Alman subaya gizli belgeler vererek casusluk yaptığı iddiasıyla açılmış. Yeterli delil olmadığı ve yargılama sonuçlanmadığı halde Fransız basını hükmünü vermiş ve Dreyfus'un suçlu olduğunu Yahudiliğine özellikle vurgu yaparak ilan etmişler. Yargı, medya tarafından yaratılan kamuoyunun beklentilerine uygun çalışmaya başlamış. Fransa Dreyfus Davası'yla ikiye ayrılmış. Zola Dreyfus'u savunan "İtham Ediyorum" başlıklı bir yazı kaleme almış ve "Benim görevim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum. Yoksa gecelerim orada, işkencelerin en korkuncu içinde, hak etmediği bir cezayı çeken suçsuzun hayaletiyle dolacak." demiş.
Zola'nın bu tavrı ve yazıları sanırım ülkemizi bu günlerde özellikle ligilendiriyor.
Kişisel bir merak: Kİtabın çevirisi nasıl? İyi bir çeviri mi?

Imge dedi ki...

Yıldıray selam,

Emile Zola'nın Dreyfus davasındaki tutumu gerçekten çok cesurca ve adalet kavramına verdiği gerçek önemi vurguluyor. Verdiğin bu ilave bilgiler için teşekkürler...

Bu arada romanın çevirisinden oldukça hoşnut kaldım. Gözüme batan fazla bir şey olmadı. Hatta bulabilirsem devam niteliğindeki Nana'nın da Kum Saati Yayınları'ndan çıkan basımını almak istiyorum.

Sevgiler...

Ayşe'nin Kitap Kulübü dedi ki...

Sevgili İmgeleme;

Uzun zamandır kütüphanemdeydi... Listeme aldım ben de hatta sunum sıram geldiğinde bu kitabı yapayım diye de düşünmeye başladım..
Ellerine sağlık
AyşeninKitapKulübünden
BİLLUR

Imge dedi ki...

Billur,

İyi okumalar..:)