Neyse ki Selçuk Yöntem'i yalnızca Adnan Bey olarak ve Nesrin Kazankaya'yı da Türkan'ın annesi Leyla olarak tanıyıp da "Aaaa, bunlar bir de tiyatro oynuyorlarmış" diye gidip de dizivari bir atraksiyon bulamadığı için hayal kırıklığı içinde salondan çıkan tiplerden değilim. Bunların "oyun nasıldı" diye soranlara "aman ne bileyim işte, eski eniştesinin karısına aşık olan ezik bir dayı vardı ama çok sıkıcıydııı.." diyen ve oyuna gitmiş olmasına rağmen Anton Çehov'un adını bile duymamış versiyonları da vardır. Ama konumuz onlar değil.. Yine de onlara da tekrar döneceğim.
Bu blogun okurlarına bir tiyatrosever olarak neredeyse izlemediğimiz oyun kalmadığını, Tiyatro Pera'nın da daha önce iki oyununu izlediğimizi, Nesrin Kazankaya'nın tarzını az çok bildiğimizi, Levent Öktem'i tanıdığımızı, Selçuk Yöntem'e ailecek bayıldığımızı söylememe gerek yoktur sanırım. (Ama Selçuk Yöntem'e özel olarak bayıldığımı da belirteyim. Erkek tiyatrocular kategorisindeki muhteşem üçlü listemde Haluk Bilginer ve Çetin Tekindor ile birlikte yer alır kendisi.) Bu arada Vanya Dayı'nın da Çehov'un pek çok kez sahnelenen klasik tiyatro oyunlarından biri olduğunu da bilirim evelallah. Hatta yıllar önce Cihan Ünal ve Nurseli İdiz tarafından oynanmış versiyonunu da izlemişliğim vardır. Gelelim tüm bunları neden yazdığıma: Şevkle beklediğim ve bir aydan önce en ön sıradan bilet aldığım bu oyundan ben de ilk paragrafta bahsettiğim dizikolik tipler kadar yoğun olmasa da ufak bir hayal kırıklığı içinde ayrıldım diyebilirim.
Kısaca bahsedecek olursam: Bence dekor, kostüm ve ışık kesinlikle çok başarılıydı. 26 odalı o eski çiftlik evine aşağıdaki gibi ağaçlıklı bahçesinden giriyorsunuz ve kendinizi artık oldukça eskimiş o kasvetli iç mekanda buluyorsunuz. Kaynayan semaverler, dantellerle süslü şemsiyeler ve elbiseler, votka bardakları, eski tip çalışma masası, köylülerin kıyafetleri falan süperdi.
Oyuncuların hepsi çok iyiydi. Başta Vanya Dayı rolündeki Levent Öktem ve "ailemizin doktoru" Selçuk Yöntem ve olmak üzere hepsi oynadıkları rollere çok yakışmış ve çok başarılı usta oyunculardı.Yani onları canlı canlı en önden izlemek bile bana yeter diyebilirim. Hikaye zaten çok sağlam. Ünlü Rus yazarın Rusya’nın çalkantılı bir döneminde (1896) yazdığı ünlü eseri. Yoksulluk ve açlığın hüküm sürdüğü, köylü-kentli ayrımının ayyuka çıktığı, toplumsal ahlakta yozlaşmaların baş gösterdiği, üreten emekçilerle üretmeyen yiyicilerin arasındaki çatışmanın gözlendiği bir dönemdeyiz. Çöküş dönemindeki çiftlikte de bunların hepsine birer örnek bulunuyor. Vanya Dayı ve Sonya emek veren, çiftliği geçindirmek için yıllardır uğraşan, yalnız, mutsuz, sıkıcı rutinleriyle elbette yıpranan ama onurlu bir yaşamı sürdüren bir ikili. Profesör (Can Kolukısa) ile genç ve güzel karısı (Nesrin Kazankaya) üretmeden tüketen, sözde entel ve soylu, ama amaçsızlıktan dolayı mutsuz ve hasta ve tükenmiş tipler. Doktor (Selçuk Yöntem) çok çalışan, doğaya ve insana saygılı, insanın değer yaratması gerekirken var olan değerleri bile düşüncesizce yok edişine üzülen aydın bir karakter, ama onun da teselliyi alkolde aradığı, tembellik, amaçsızlık ve boşluğun cazibesine kapıldığı zamanlar olmuyor değil. Zaten "tembellik bulaşıcıdır", değil mi? Bu çiftliğe de tembelliği, amaçsızlığı ve düzensizliği bulaştıran ve bundan dolayı ortaya çıkan can sıkıntısını getiren de Profesör ve karısı oluyor.
Her şey iyi hoş da o zaman neden ufak bir hayal kırıklı yaşadım diye düşününce galiba bunun nedeninin oyunun çevirmeni ve yönetmeni Nesrin Kazankaya'dan kaynaklandığına karar verdim. Çevirmenlik tarafına diyecek bir şeyim yok (bazı replikler yapay gelse de güzel Türkçeleştirilmişti oyun). Ama yönetmen olarak sanırım bir klasiği gerçek bir klasik olarak yorumlamak, o çöküş yaşayan çiftliği ve toplumu gerçekten can sıkıcı ve kasvetli bir tabloyla anlatmak adına ilkelerinden ödün vermemeyi tercih etmiş ve -özellikle ilk yarıda- oldukça ağır tempolu bir oyun ortaya çıkarmış diye düşünüyorum. Şimdi o ilk paragraftaki dizikolikcanları da yenidne konuya dahil edecek olursak, ufacık bir eleştiride bulunmak istiyorum: Hazır Adnan Bey, Leyla Hanım diye koştura koştura salonları doldurmaya hevesli bir izleyici kitlesi bulmuşken ve onlara klasik bir oyun sunuyorken, bunu daha ilgi çekici ve daha hızlı tempolu yapmak mümkün olmaz mıydı acaba? Zaten tüm hayatı boyunca bir iki kez tiyatroya gitmiş ama yine de tiyatroyu çok sıkıcı (!) bulan (ama ne ilginçtir ki 2 saatlik dizi boyunca hiçbir şey yaşanmamasını ve on bölüm kaçırsa bile aynen kaldığı yerden devam edebileceği dizileri sıkıcı bulmayan) yurdum insanının gözünü korkutmayacak bir oyun olsa fena mı olurdu diyorum hani. Bunları da Tiyatro Pera'nın diğer oyunları için asla söylemem. Çünkü Venedik Taciri'ne, Rahat Yaşamaya Övgü'ye ve diğer Pera oyunlarına gelen seyirci özellikle takip ederek gelen tiyatro izleyicisidir. Ama bu oyun, popüler oyuncuları sayesinde özel tiyatro izleyicisi dışında genel bir kitleyi de sahneye çekiyor. Hani bu kez de "sanat sanat içindir" değil de "sanat toplum içindir" mantığıyla insanlara sıkmadan bir klasik eser sunulsaydı daha mı iyi olurdu diyorum. Belki artık ben de popüler bir zihniyetle düşünüyorumdur, bilemiyorum.
Neyse, sonuç olarak tek eleştirim budur ve ben oyuna gittiğime pişman falan değilim, hatta bir daha olsa yine yapardım! :) Sevdiğim oyuncuları iki saat canlı izlemek bana her zaman müthiş keyif veriyor. Ama sevdiğim oyuncular (hatta belki de sadece Selçuk Yöntem olmasaydı) olmasalardı bu oyundan keyif alır mıydım emin değilim. O yüzden isterseniz bu kez ben tavsiye etmeyeyim, siz kendinizi değerlendirip oyunun size göre olup olmadığına karar verin ve biletlerinizi ona göre alın.
İyi seyirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder