Hem içeriği hem de binasıyla şehrin en ilgi çekici müzelerinden birindeyiz bu sefer: Natural History Museum, yani Doğa Tarihi Müzesi. İçeri girer girmez alçıdan yapılmış 25 metrelik dev bir dinozor iskeletiyle karşılaşacaksınız. Zaten içeride çocukların en çok ilgisini çeken bölümlerden biri olan kocaman bir dinozor galerisi bulunuyor (ama bu aralar gidenler için üzgünüm çünkü her yerde "Dinozorlar Tatilde" tabelaları görecekler).
İçeride hem çocukların hem de yetişkinlerin ilgiyle gezebileceği pek çok oda bulunuyor, çünkü burası devasa bir National Geographic ortamı gibi. Birbirinden ürkütücü canlıların olduğu Creepy-Crawlies odasında çeşitli böcek ve sürüngen türlerini görebilirsiniz. Elbette uygulamalı cam bölmelerin içinden (örn. x böceğinin üzerine ışık tutulduğunda ne tepki verir? sorusunun yanıtını öğrenmek için o böceğin bulunduğu bölmenin düğmesine basıyorsunuz ve gerçekten ışık yandığında böceğin nasıl davrandığını görerek altında bunun açıklamasını da okuyorsunuz). Memeliler, Kuşlar ya da Deniz Canlıları galerisindeki hayvanlar için de aynı şey geçerli. Darwin Merkezi adıyla müzenin en yeni bölümlerinden olan dev kozanın içi ise ayrı bir dünya: burası 28 milyon haşere ve 6 milyon bitki türüne ev sahipliği yapıyor! İnsan Biyolojisi bölümü apayrı bir yolculuk. Hücreden başlayarak yaşlılığa kadar anlatılan bir yaşam sürecini geziyorsunuz odalar arasında dolaşırken. Renklere göre bölümlere ayrılan müzenin Kırmızı Bölgesi'nde ise dev bir dünyanın içine giriyoruz. Burada doğal taşlar, volkanik patlamalar, depremler, vs gibi yeryüzünün yapısını değiştiren olaylar inceleniyor. Japonya'da yaşanan Kobe depreminin simülasyonu da bu katta. Süpermarkette gezinirken depremi yaşıyorsunuz birden! Diyorum ya müzenin her yeri uygulamalı öğrenmeye dayalı olarak düzenlenmiş. Çocuklar için kesinlikle bir cennet, o yüzden bu müzeyi başta çocuklu aileler olmak üzere herkese öneriyorum.
Çıkışta Dido'yla birlikte kendimizi yine yollara atarak Harrods'ı ve kırmızı tuğla yapıların sıralandığı o muhteşem Chelsea sokaklarını gezmek üzere dışarı atıyoruz. Sonra Ongun'la ve okuldan onun döneminden arkadaşı ve eşiyle buluşup İngiliz mutfağının en önemli yemeği olan fish&chips (bildiğimiz kızarmış balık ve patates kızartması aslında) yemeye gidiyoruz. Bunların detayları başka yazılarda ayrıca anlatılacaktır.
Şimdi sırada Buckingham Sarayı ve St. James's Parkı var. Bence benden ayrılmayın. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder