Abdülmecit

Hıfzı Topuz'un yazdığı Abdülmecit - İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl kitabını bitirdim geçen hafta. Bu sene Muhteşem Yüzyıl'a rest çekmiş olabilirim ama Osmanlı tarihiyle ilgili ciddi araştırmalara dayanan gerçekçi tarihi romanlar ilgimi çeker. O yüzden uzun zamandır kütüphanede duran Abdülmecit'i bir solukta okudum ve keşke Hıfzı Topuz sırasıyla her padişahın dönemini roman haline getirmiş olsaydı diye düşündüm. Eminim çok keyifli bir seri olurdu. 

Abdülmecit'e dönecek olursak, bence en önemli özelliği alışılanın aksine korkulan, sert, dediğim dedik bir padişah olmaması. Bu kez çok daha yumuşak, açık fikirli, bilmediği konular için başkalarından fikirler almaktan ve aklına yatanları uygulamaktan çekinmeyen, sanata, kadınlara, eğlenceye düşkün, halkının sorunlarıyla ilgilenen ve halka inmekten çekinmeyen ve ekonomiden falan anlamayan bir padişah var karşımızda. İlahi bir figür gibi sarayının gözünde devleşen, ulaşılmaz bir figür yerine bir insan var.

Kitapta Abdülmecit'in 1839'da dünyaya gelişinden ölümüne kadar geçen süre boyunca hem özel yaşamında hem de devleti yönetirken yaşadıklarına yer verilmiş. Babası II. Mahmut öldükten sonra 16 yaşında tahta çıkan genç padişah, annesi Bezmialem Sultan sayesinde Harem hayatını öğrenmiş ve Mustafa Reşit Paşa ile birlikte yönünü Batı olarak belirlemiş. Bu doğrultuda Tanzimat'ı ilan edişi ve sofu kesimden aldığı tepkiler de kitapta yer buluyor.

Kadınlara ve içki alemlerine düşkün olan Abdülmecit'in kırktan fazla çocuğu olmuş. Haremdeki kadınları padişahla birlikte olma sırasını tutmak için nöbet cetveli bile hazırlamışlar. Yabancı gazeteleri ve dünyada neler olup bittiğini takip eden Abdülmecit, dostu olan Dr. Spitzer ile yaptığı sohbetlerden birinde "...Avrupalı kadınların kıyafetlerini bizim kadınlarınkinden daha çok beğeniyorum. Frenklerin kadınlarla olan ilişkilerini adeta kıskanıyorum. Bizde kadınlar dinimiz ve töremiz gereği kapanıyorlar ama sizde öyle bir şey yok. Ben şunu anlıyorum: kadınlarla görüşmek, erkeği kendi sınırları içine çeker ve tabiatına yücelik ve incelik kazandırır..." demiş. Kadınlarına hep iyi davranan padişah, zaman zaman onlar tarafından suistimal edilmiş, kullanılmış ve hakarete uğramış (bkz. Serfiraz Hatun) ama asla onlara kötülük yapmamış.

Ülkenin çeşitli yerlerine ziyaretler düzenleyerek halkını birebir sohbetler sırasında dinlemiş. Köle ticaretini kaldırmış. İlk kez bir tiyatro ve konservatuar benzeri bir okul kurdurmuş. Ölümünden iki yıl sonra 1863'te, bir zamanlar operalar ve temsiller izlenen bu tiyatroda bir yangın çıkmış. Daha sonra bir süre tütün deposu olarak kullanılan bu bina en sonunda yıkılmış ve Dolmabahçe Saray Tiyatrosu da böylelikle tarihe karışmış. Batı müziğine meraklı olduğu için ünlü İtalyan besteci Guiseppe Donizetti'yi saraya getirmiş. Sarayda esen Batı müziği havası bazılarının hoşuna giderken hacca gitmek bahanesiyle saraydan ayrılan Dede Efendi gibi bazı isimleri ise küstürmüş. Islahat Fermanı'nı duyurarak o günün koşulları içinde laiklik, eşitlik, adalet ve insan haklarının ilk basamaklarını inşa etmiş.

Ancak tüm bu artıların yanında sefahate bir sınır koyamamış olması hem onun genç yaşta ölümüne hem de çöküşte olan imparatorluğun daha da diplere sürüklenmesine neden olmuş. Yine de zayıflıklarına rağmen ben pek sevdim kendisini. Bakalım siz de tanışınca sevecek misiniz onu benim gibi?

Hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum.. Güneşli havaların tadını çıkarmayı unutmayın...

4 yorum:

Özge'nin Oltası dedi ki...

Hıfzı Topuz'un "Meyyale" ve "Taif'te Ölüm" romanlarını okumuş ve çok etkilenmiştim. Çok akıcı bir anlatımı var yazarın. Bu kitabını da alınacaklar listeme ekledim. Tavsiye için teşekkürler.

Imge dedi ki...

Hıfzı Topuz'un anlatımını ben de çok beğenirim. Tarihi de ancak öyle bir anlatımla ve romanlaştırılmış ise keyifle okuyabiliyorum zaten, yoksa okul yıllarım ve sevmediğim tarih dersleri aklıma geliyor maalesef.:)
Sevgiler..

defne dedi ki...

çok zevkli di mi tarih kitapları okumak ve bi padişahı keşfetmek :) yıllarca orda dursun, sonra gelsin aklına okumak :) keşke böyle her padişahı okusak..bir de tarık buğra'nın Osmancık adlı kitabı vardı; osman bey'i, orhan beyin bebekliğini falan anlatıyordu. o da çok güzeldi ve padişahların insan olduklarını anlamamızı sağlıyordu.

Imge dedi ki...

Defne,

Kesinlikle katılıyorum sana.. Keşke her padişah için yazılmış olsa böyle bir kitap ve okusak sırasıyla..