Sandaldan inip Ghat'lardan birinde yürümeye başlıyoruz. Burada en büyük Hindu tapınaklarından biri bulunuyor ama Varanasi'de zaten adım başı tapınak var. Aşağıdaki kolajda solda altta yer alan küçük mağarada gizli tapınaklardan biri. Müslüman saldırıları zamanında Hindu'lar bu tarz gizli tapınma yerleri yapmışlar. O yüzden içinde tanrı heykellerinin olduğu pek çok mağara tapınak da mevcut.
Bu basamaklardan oluşan Ghat'ların iki ucunda ölü yakılan ghat'lar bulunuyor. Buralarda fotoğraf ya da video çekimi yapmak yasak. Belli bir mesafeden çekebiliyorsunuz (ki o da pek işe yaramıyor). Ölü yakınlarına saygısızlık olmaması için böyle bir kural konulmuş. Yakılan yerlere istediğiniz kadar yaklaşabilirsiniz ama görüntü almamanız gerekiyor. Hindular reenkarnasyona inanıyorlar. Dolayısıyla onlar için ruh, defalarca yeni bir bedende can bulmak üzere dünyaya gelebiliyor. Öldükten sonra Varanasi'de yakılıp küllerinin Ganj'a savrulması halinde ise ruhlarının kurtuluşa ereceğine ve bu reenkarnasyon kısır döngüsünden kurtulacaklarına inanıyorlar.
Aşağıda dumanlar yükselen yer, ölü yakılan en büyük Ghat'lardan biri. Hemen arkasındaki daracık yolda odunlar ve terazi bulunuyor. (Fotoğrafını çekerken yanımdan bir inek geçiyor aheste aheste... Hemen önümde de bir köpek kocaman bir femur kemiğini yakalamış dişliyor!) Bir ölünün tamamen yanması için minimum 250 kg odun gerekiyormuş. Bedenin iriliğine göre bu rakam 500 kg'ya kadar çıkabiliyormuş. Ölü yakma fiyatı ise 4000 rupi, yani yaklaşık 80 dolar ediyor. Yoksul cenazelerinin yakılma işlemini üstlenen kurumlar varmış.
Yanan ateşlerin arasında da dolaştık... Burada berbat bir koku olmasını bekliyor insan ama hiç de öyle değil. Çünkü ölü bedenler yakılmadan önce sandal ağacı yağıyla ve çeşitli baharatlarla ovuluyor. Üzerlerine yanmayı hızlandırıcı ghee yağı (manda tereyağı denebilir) sürülüp, öyle yakılıyormuş. Bu arada bir bedenin tamamen kül olması için en az üç saat yanması gerekiyormuş. Aceleci davranıldıysa da kalıntıları Ganj'da bulmanız mümkün! Olması gerektiği gibi tamamı yandıysa da küller Ganj'a savruluyor.
Yanımızdan ineklerin geçtiği daracık ara sokaklardan yürüyerek minibüsümüze dönüyoruz. Her başımızı çevirdiğimiz yer aklımızdan çıkmayacak görüntülerle dolu. Sokak yiyecekleri ya da ipek şallar satan dükkanlar, raflarında fareler dolaşan tütsü dükkanları, incik boncuk dükkanı, pencereden maymunluk yapan bir maymun, rengarenk bir Vishnu heykeli olan mini bir tapınak, hemen yanında üç tane ineğin bulunduğu bir süthane, sonra sıkı bir güvenlik kontrolünden geçerek girdiğimiz daracık bir yolda sadece altın kaplama kubbesini gördüğümüz ama Hindular dışında kimsenin içeri girmesine izin verilmeyen Kashi Vishwanath (Golden Temple, yani Altın Tapınak), bir sürü sokak satıcısı, kucaklarında bakımsızlıktan perişan durumda görünen bebekleriyle dilenen kadınlar...
Saat henüz dokuz civarı ama biz çoktan koca bir gün yaşamış gibiyiz. Sabah gün doğmadan gezmeye başlayınca öyle oldu haliyle.. Kulaklarımızda şehrin uğultusu, ayakkabılarımızda ve pantolon paçalarımızda Ganj'ın suyu ve sokakların çamuru, saçlarımızda ölülerin havaya savrulan küllerinin bir kısmı ve is kokusuyla otelimize dönüyoruz. Biraz dinlenme ve kahvaltı, (elbette hepsinden önce bir duş!) molası verdikten sonra öğleden sonra Sarnath'a doğru yola koyulacağız. Hazırlanın, bu kez Budizm'in merkezine gidiyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder