Geçen seneki yaz tatilimde Az'ı okumuştum. Yurdun o cennet köşesinde aynı yurdun cehennemini yaşayan Derda(â)ların öyküsünü okumak beni mahvetmişti. İnsan biraz olsun akıllanır değil mi? Yok! Bu kez iki Hakan Günday romanı birden okudum. Önce Piç'i bitirdim, ardından Azil'i. Ve yine çok etkilendim onun çok farklı bir işleyişi olduğunu düşündüğüm zihninin yönlendirdiği kaleminden.
Piç'te dört tane piçin öyküsü anlatılıyor. Ama bildiğimiz anlamda piçler değil bunlar. Yazar, romanının bir yerinde şöyle açıklamış:
"Türkçedeki kelimelerin ilk anlamlarının pek de geçerli olmadığı bir yüzyılda piçler, babaları bilinmeyenler değil babalarına ihanet edenlerdir. Babalarına ve annelerine. Piçlerin ebeveynleri dünyadan doğal ölümlerle ayrılmazlar. Katillerinin adı üzüntüdür. Kimse öz çocuğunun ihanetlerinden canlı kurtulamaz. Kurtulsa bile içi doldurulmuş bir av hayvanından farksız yaşar."
Yani anlayacağınız buradaki piçler de ailelerinin maddi ve manevi tüm olanaklarını, desteklerini, umutlarını, beklentilerini tüketerek bağlarını koparmış, sadece aileleriyle değil gerçek dünyayla da bağlarını koparmış, çalışmadan, üretmeden, ne kendilerine ne çevrelerine herhangi bir yarar sağlamadan, kendi uydurdukları bir amaç, bir dik duruş uğruna aslında tamamen amaçsız, boşlukta, var olan yeteneklerini de heba ederek, sıfır noktasında (bazen biraz üstünde çoğu zaman altında) bir yaşam süren dört genç insan.
Piçlerden Barbaros şöyle diyor bir keresinde: "Bazen dünyanın bir kasa olduğunu düşünüyorum. Tanrı'nın parasını sakladığı bir kasa. Para biriminin insan olduğu bir evrendeki küçük bir kasa. Tanrı'nın paraya ihtiyacı olduğu zaman büyük savaşlar, felaketler, ölümler oluyor. Ölenler harcanıyor.Kalanlarsa faiz yaratmak için ürüyor." Bunun üzerine Hakan'ın yorumu: "Eğer öyle olsaydı biz nereden geldiği belli olmayan sahte paralar olurduk. Hiçbir yerde geçmeyen sahte insanlar!"
Ama piçlerin iyi yaptığı şeyler de var. Örneğin piçlerle sevişmek çok keyifli çünkü onlar insan kimyasında zevk yaratan her salgıya baraj ve vadi kurmayı öğrenecek kadar zamana sahip oldukları bir hayat sürerler. Çünkü başka işleri yoktur.
Her iki kitapla da ilgili o kadar çok not almışım ki defterime. Hatta bazı sayfaların fotoğraflarını çektim tamamını yazmayayım diye. O yüzden Piçler hakkında bu kadar yazmak yeter, yoksa hoşuma giden sayfalarca alıntıyı yazarak sizi sıkabilirim. Ama hepsi de trajik ve hüzünlü biten bu dört piçin hikayesini mutlaka okuyun derim. Etkileneceksiniz.
Azil ise Piç'e göre daha tedirgin edici, rahatsızlık veren bir romandı bana göre. O deli dahi baş kahramanın (Asil) felsefesine karşı elinizde olmadan huzursuz bir saygı duyuyorsunuz. Şöyle şeyler geçiyor o kahramanın hareketli zihninden:
...Düşünce şeytandan,davranış Tanrı'dandır. Hangi düşüncenin davranışa dönüşeceğine karar verense insandır...
...Düşünceler mükemmel, ancak davranışlar kusurludur. Bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve ardından sarılmakla anlatılamayacak kadar mükemmeldir. Bir insanı öldürmek, ondan nefret ettiğini düşünmenin yanında daima kusurludur. Hiçbir davranış, düşüncenin gerçek tercümesi değildir...
...Aile bir olarak doğar ve dağılır. Bir zamanlar gülerek dövüştüğün kardeşinin evine ancak önceden telefonla haber vererek gidersin. Bir zamanlar birlikte yıkandığın annenin söz ettiklerinden hiçbir şey anlamadığını fark edersin. Uzaklaşmak doğaldır. Bunun için üzülme. Çünkü etrafa saçılan aile bireylerinin her biri kendi ailesini kurmaya gidecektir. Bazen yalnızlık, bazen dostluk, bazen de evlilikten ibaret aileler. İlişkilerin zaman içinde sıcaklığını yitirmesi doğaldır. Geçmişe özlem duymak, sadece zaman kaybıdır...
...Sol gözü kapatıp sağ ile, sağ gözü kapatıp sol ile sigarasına baktı... Arada yedi santim var. Aynı yüzün taşıdığı iki göz bile dünyayı tamamen farklı avlıyordu. Onların arasında bile bakış açısı farkı vardı...
Bir de kendime not: 1749'da Normandiya'da doğan ve kuantum fiziğinin düşünsel kurucularından biri sayılan Pierre Simon Laplace (Laplace Markisi) araştırılacak. Astronom ve fizikçi olan bu insani dehaya Napolyon şöyle demiş: "Evrenin düzenini açıklayan bir kitap yazmış olmanıza rağmen içinde tek bir Tanrı kelimesi bile geçmiyor." Laplace ise cevaben: "Çünkü öyle bir varsayıma ihtiyacım yok!" demiş. Bundan neredeyse iki yüz elli yıl önce yaşamış böyle bir zihin bence araştırılmaya değer.
Sırada Hakan Günday'ın Kinyas ve Kayra'sı var. Ama genellikle okurlarının en güzel kitabı olarak yorumlar yazdığını gördüğüm bu kitaba geçmeden önce benim biraz Hakan Günday molası vermeye ihtiyacım var. Böyle dediğime bakmayın, bayılıyorum kendisine. Ama mesela güzel bir şaraba da bayılıyorum da bir şişe içtikten sonra biraz molaya ihtiyacım oluyor, onun gibi bir şey işte. :) Henüz tanışmadıysanız mutlaka tanışın Hakan Günday'ın kalemiyle..
İyi okumalar..
5 yorum:
pek severim hakan günday'ı. tüm kitaplarını okudum ama kinyas ve kayra'nın yeri başkadır bende :)
azz. az pek güzel değildi bence, yazık derda kıza? ( biri kızdı di mi? ).
ama kinyas ve kayra apayrıydı gerçekten, hem kinyastan da kayradan da nefret ettim, hem de kitabı sevdim..garip..
hala kitap okuyabilen nadir insanlardansın di mi :) ben artık okuyamıyorum :(
Kağıt Faresi,
Dediğim gibi sırada o var, ama üzerinde konuşabilmemiz için biraz mola lütfen! :)
Defne,
Kinyas ve Kayra ile ilgili inanılmaz merak içindeyim. Ben sondan başladım Hakan Günday'a bu arada.. O yüzden Az'ı siz baştan başlayanlara göre daha çok sevmiş olabilirim.:) Bu arada hâlâ azimle kitap okumaya devam ediyorum ve hep de okuyabilmeyi planlıyorum. Ama bir itiraf: eskiye göre azaldı benim de okuma yoğunluğum. Tatillerde ve sporda hız kesmeden, kesintisiz şekilde okumaya devam ama! :)
Sevgiler.
mrb imge,
ben uzun zamandır bloğunu takip ediyorum,özellikle kitap ve gezi yazıların çok etkileyici.Hakan Günday'ın az kitabına sayende ulaştım ve bayıldım en kısa zamanda diğerlerini de denerim takibimdesin
seni de beklerim benim bloğuma.
Mine selam,
Blogumla ilgili yorumların için çok teşekkür ederim. Çok sevindim hem yazılarımı hem de Az kitabını beğendiğine. Ben de sana sık sık uğrarım bundan sonra..:)
Sevgiler..
Yorum Gönder