Madem huragan (anlamını hatırlayanlar el kaldırsın! tamam, bir kez daha söylüyorum: yerli dilinde "kasırga") felaketi yüzünden daha doğuya gidemiyoruz, o zaman biz de geldiğimiz gibi gidiyor ve aynı rotayı takip ederek yeniden Havana'ya doğru dönüşe geçiyoruz. Ama önce şirin bir kasaba olan Sancti Spiritus'u geziyor ve burada bir yemek molası veriyoruz. Tarihi köprüsü, bir-iki meydanı ve minik bir işlek caddesi olan bu kent bana göre görseniz de olur görmeseniz de olur cinsten. Ama İso'cum kendini buldu burada o ayrı! :)
Burayı bitirdikten sonra daha önce Che'nin izlerini keşfetmek üzere geldiğimiz ama yağmurdan dolayı şehir merkezini gezemediğimiz Santa Clara'ya geliyoruz. Kentin meşhur tiyatro binasının bulunduğu meydanı olan Plaza Vidal buradaki en görülesi yer. Bir hayırsever olan Dona Marta Abreu tarafından bağışlanan Teatro la Caridad'ın hemen karşısındaki tek postalını havaya kaldırmış küçük çocuk heykeline bakarken o da nesi? Tam arkamızda Belediye Sarayı'nın önündeki yoldan bir şey geçiyor. Bu bir keçi arabası! :) Pek şeker değil mi sizce de?
Sırada meydanın bir köşesinde duran ve Dekoratif Sanatlar Müzesi var. Oraya da bir uğrayalım ve koloniyel dönemin zengin ailelerinin eşyalarını görelim.
Daha sonra sokaklarında biraz gezinelim...
Sonra da geceyi geçirmek üzere palmiyeler arasında bungalovların olduğu, yemyeşil bir tatil köyüne kendimizi atıyoruz. Havuzu, geniş yürüyüş alanları olan, sessiz sakin bir yer olan bu tesiste huzuru bulacak mıyız dersiniz? Girer girmez odada minik bir aksiyon yaşamış olsak da geri kalanı huzurluydu, hakkını yemeyelim şimdi. :) Harika da bir mehtap vardı o akşam. Mehtaba karşı yapılabilecekler arasında Boğaz'da rakı-balığın yerini tutmaz elbette ama biz de turdan birkaç insanla birlikte havuz başında mojito bardaklarımızı tokuşturuyorduk o gece.
Odamızda bana minik bir adrenalin yaşatan minik kurbağanın şerefine de kadehlerimizi kaldırdık tabi. Rehberimiz buraya gelmeden önce "odalarınızın camını falan açık bırakmayın, yılan olur, kertenkele olur,vs" diye bizi uyarmıştı. Biz de odaya girer girmez her yeri kontrol ettik tabi. Tüm pencereler kapalı mı, yatakların altı, duvarlar, tavanlar temiz mi diye bakındık. Her şeyin yolunda olduğuna karar verince ben bir banyoya girip elimi yüzümü yıkayayım dedim. Veee.. kapalı olan kapıyı açmamla birlikte önce kafama, sonra koluma çarparak yere düşen minik bir et parçası hissettim! Sonradan söylediğine göre o an İso'cum içeriden duyduğu çığlıklardan sonra tesisteki yılanlardan birinin bizim odada olduğundan kesinlikle emin olmuş. Oysa ben banyo kapısından kafama atlayıp, kolumdan sekerek kapının tam önüne düşen minik bir kurbağaya bakarak çığlıklar atıyordum. Zıplayarak küvete doğru ilerleyene kadar da çığlık atmaya devam edecektim. Neyse ki o sırada bavullarımızı getiren adamlar içeri girdiler ve onlardan yardım istedik. Peçeteyle kurbağayı eline alan adamın alaylı alaylı "bundan mı korktunuz?" dercesine gülüşü gözümden kaçmadı elbet, ama yabancı memleketlerde pambık gibiyimdir, görmezden gelirim öyle şeyleri.:) Ayrıca her gün de kafama kurbağa düşmüyor, korktum tabi!
2 yorum:
Fotolar bi tık daha büyük olsaydı iyiydi ;))
Yaşamsal Ganimetler,
Demek küçük olmuş bu kez fotolar? Bir dahaki sefer için dikkate alayım bu yorumu.:) Sevgiler.
Yorum Gönder