Blogumun "Okuyorum" köşesinde bayram tatili öncesinden itibaren haftalardır resmini gördüğünüz Kinyas ve Kayra kitabını nihayet bitirmiş olmanın haklı gururu içindeyim sevgili okur. Evet, hayatımın en uzun süre elimde süründürdüğüm romanı olmaya hak kazanan bu Hakan Günday kitabı ile ilgili kafanızda soru işaretleri oluşsun istemem. Sorun kesinlikle yazarda ya da kitapta değil, okurda ne yazık ki! Küba tatiline elimde bu kitapla gidip, sadece gidiş uçağında okuyabildiğim 70 sayfadan sonra 10 gün sonraki dönüş uçağında 50 sayfa daha okumak, bu güzide kitabı baltalayan bir başlangıç olarak tarihe kazındı. Sonra İstanbul'da da bu kesintili ve az okuma tempom devam edince kitabı bitirmem uzun zaman aldı.
Bir de genellikle çoğunluğun ilk okuduğu ve en beğendiği bu Hakan Günday romanı benim için yazarın en son okuduğum romanıydı. Bunun da kitaba yeterince konsantre olamamamda etkisi olabilir diye düşünüyorum. Çünkü Kinyas ve Kayra'yı Piç'teki piçlere çok benzettim. Pek çok yeri daha önce okumuşum hissine kapıldım. Bu otuzuna gelmeden hayatı yemiş yutmuş ama hazmedememiş, anlam arayışlarıyla ilgili bir sonuca varmış ve bu doğrultuda büyük kararlar almış, Kevin Hakkında Konuşmalıyız'daki psikopat Kevin'in büyümüş versiyonlarını bana anımsatan bu epey abartılı karakterleri tanıyor gibiydim. Bunlar Piç'tekilerden daha abartılı ve gerçeklikten uzaktı hem de.
Hakan Günday'ın bir sürü kitabını okudum ve kalemini severim. Ama bunun benim en sevdiğim kitabı olduğunu söyleyemeyeceğim. Yine de içinizdeki nihilisti uyandıracak bu iki anti kahramanın zihinsel ölümü bulmak için yola çıktıkları -biraz gereksiz uzun- hikayelerini okumanıza engel olmam.
Birkaç alıntı ekleyeyim buraya:
"...Şehirler, hele İstanbul gibi ölçüsüzce büyük olanlar, hayvanat bahçesinden farksız. Üstadın dediği gibi: Kaldırımlar güzel. Ama bir de üzerinde yürüyen şu insanlar olmasa!.."
"... Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için. Ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. Oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi..."
"...Kaynağını bilmedikleri bir param olduğunu görüyorlardı evde. Sormuyorlardı ama. Hiçbir şey sormuyorlardı. Soyluluk sadece şatolarda yaşamak değildi. İşte buydu! Sormamak. Sadece anlatılmak isteneni dinleyecek kadar meraka sahip olmak..."
"...(Kayra'nın) Sadece düşünen ve zarar veren bir yaratık haline gelmesi, gerçekte her insanda olan doğal yeteneklere sahip olmamasından kaynaklanıyordu. Dürüstlük, çalışabilmek, söylenenleri dinlemek, biraz olsun hissedebilmek gibi yeteneklerden bahsediyorum. Onda bunların hiçbiri olmadığı gibi ayrıca denediği zaman da başarısız olacağını bildiği için şu an gittiği yolu tercih etmişti. Yolsuzluğu..."
"...Ne anlatıldığının, ne yapıldığının en ufak bir değeri yoktur. Sadece stil vardır. Katilin kurbanını öldürmesi değil, kafasını kesip kesmediği hatırlanır!"
Yeterince içinizi kararttıysam ben kaçıyorum. Hatta sağ sütunda dikkatinizi çektiyse 180 derecelik bir dönüş yaparak elime Bora'nın Kitabı'nı alıyorum. Ayşe Kulin'in gay karakteri neler yapıyor, bir göz atayım bakalım. Bora'nın sevgilisi olan yayınevi sahibi evli adam kimdi bu arada, unuttum bak onu da. Neyse ki blog var! :) O zaman -devam niteliğinde mi bilmiyorum ama- yine de başlamadan önce ilk kitap olan Gizli Anların Yolcusu'nu biraz hatırlamakta yarar var.
Yine de bir sonraki Hakan Günday buluşmamı da belirledim bile. DOT'un 2013'te başlayacak Cleansed oyununda çevirmen Hakan Günday ile buluşmayı umuyorum. O zamana kadar mola!
Birkaç alıntı ekleyeyim buraya:
"...Şehirler, hele İstanbul gibi ölçüsüzce büyük olanlar, hayvanat bahçesinden farksız. Üstadın dediği gibi: Kaldırımlar güzel. Ama bir de üzerinde yürüyen şu insanlar olmasa!.."
"... Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için. Ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. Oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikayenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi..."
"...Kaynağını bilmedikleri bir param olduğunu görüyorlardı evde. Sormuyorlardı ama. Hiçbir şey sormuyorlardı. Soyluluk sadece şatolarda yaşamak değildi. İşte buydu! Sormamak. Sadece anlatılmak isteneni dinleyecek kadar meraka sahip olmak..."
"...(Kayra'nın) Sadece düşünen ve zarar veren bir yaratık haline gelmesi, gerçekte her insanda olan doğal yeteneklere sahip olmamasından kaynaklanıyordu. Dürüstlük, çalışabilmek, söylenenleri dinlemek, biraz olsun hissedebilmek gibi yeteneklerden bahsediyorum. Onda bunların hiçbiri olmadığı gibi ayrıca denediği zaman da başarısız olacağını bildiği için şu an gittiği yolu tercih etmişti. Yolsuzluğu..."
"...Ne anlatıldığının, ne yapıldığının en ufak bir değeri yoktur. Sadece stil vardır. Katilin kurbanını öldürmesi değil, kafasını kesip kesmediği hatırlanır!"
Yeterince içinizi kararttıysam ben kaçıyorum. Hatta sağ sütunda dikkatinizi çektiyse 180 derecelik bir dönüş yaparak elime Bora'nın Kitabı'nı alıyorum. Ayşe Kulin'in gay karakteri neler yapıyor, bir göz atayım bakalım. Bora'nın sevgilisi olan yayınevi sahibi evli adam kimdi bu arada, unuttum bak onu da. Neyse ki blog var! :) O zaman -devam niteliğinde mi bilmiyorum ama- yine de başlamadan önce ilk kitap olan Gizli Anların Yolcusu'nu biraz hatırlamakta yarar var.
Yine de bir sonraki Hakan Günday buluşmamı da belirledim bile. DOT'un 2013'te başlayacak Cleansed oyununda çevirmen Hakan Günday ile buluşmayı umuyorum. O zamana kadar mola!
2 yorum:
Kinyas ve Kayra benim de içimi karartan ve neredeyse bunalıma sokacak olan bir roman oldu. Karakterler biraz gerçekdışı geldi ama yazarın kalemine diyecek sözüm yok elbette.
Umi,
İçimi karartma bakımından Piç ve Az'ın eline su dökemedi bu roman.. Ama belki de tam da bu nedenledir: Piç ve Az sayesinde bağışıklık kazanmışımdır belki! :)
Sevgiler.
Yorum Gönder