Gelelim Kaş'ta okunan (gerçi biri sürünerek ancak İstanbul'da bitirilebilen) iki kitaba. Birincisi Kardeşimin Hikayesi. Zülfü Livaneli'nin Sevdalım Hayat dışındaki tüm kitaplarını okumuş ve hepsini çok sevmiş bir okuru olarak bu kitabının en sevdiklerim arasında olmadığını en baştan söyleyeyim. O kadar kolay okunan bir kitap ki elinize aldığınız anda bitiriyorsunuz. Ama hikaye (büyük aşkı çok büyüklüğünü, cinayetin faili ile mağduru arasındaki ilişkiyi pek anlamlandıramadım) ve kitabın yarısını geçtikten sonra az çok kestirebildiğim sürpriz (!) son beni çok etkilemedi, ne yazık ki. Ayrıca Ahmet karakteri bana biraz yapay geldi. Yani hem elini eteğini çekmiş, kitap kurdu, izole bir adam olarak cool bir hali var, hem de tanışır tanışmaz etkilenip, bilgeliğini satmaya çalıştığı, çömez bir gazeteci kız için dağılır gibi olduğu komik bir hali var. Yahu o kız zaten kitap falan okumuyordur, ne gerek var bu kitapta şu denmiş, şu karakter bunu yapmış gibi sözlerle etkileme çabalarına Ahmetcim. Yakıştı mı senin gibi kasabanın soğuk nevalesine? Gerçi o katıksız özgürleşme olarak tanımladığı kayıtsızlık durumunu da kıskanmadım değil hani. Ha bir de şu Olga aşkını da pek benimseyemedim. Mevlana'nın dizeleriyle "Bu aşka ilahi diyemem korkarım/İnsani diyemem utanırım" diye tanımlanan ve tercüman aracılığıyla devam etmesine, araya mesafeler ve pek çok acı olaylar girmesine rağmen yılarca bu kadar yakan bir aşk ile aşık adamı çok bağdaştıramadım. Ama yine de Zülfü Livaneli'nin kitabı için sadece alın ve okuyun derim. Asla zaman kaybı olmayacağı gibi böyle bir değerin yazdıklarını okumak her zaman bir artıdır, diye düşünürüm. Ayrıca kitabın sonuna eklenen yazarla röportajda Zülfü Livaneli'nin edebiyat ile ilgili söylediklerine de tamamen katılıyorum.
Diğer kitabı ise sanırım önermeyeceğim. Peride Celal'in Deli Aşk adlı kitabını çok severek okumuştum ama bu Güz Şarkısı bitmek bilmedi elimde. Kontrol manyağı, menopoz teyze Nuriye Hanım'ın bir vapur yolculuğuna çıkması (daha doğrusu çocukları tarafından postalanması) ile başlıyor roman. Sonrasında ise çocuklarıyla, yıllar sonra karşılaştığı ilk ve tek aşkı yazarla, göstermelik evlilik sürdürdüğü diplomat kocasıyla ilgili "ama ben onlar için her şeyi yaptım," "ama elalem ne der," "ama tüm dünya da bana karşı yahu," "gençlik gitti mi elden ne," "çocuklar kendi hayatları için diretiyorlar, vah ben yavrularımı kaybettim," diye diye diye kendini yiyip bitirmesi benim de enerjimi tüketti sevgili okur. Yahu kadın bırak artık herkesi kendi haline, kendini de bir serbest bırak, karışanın edenin yok işte, yaşa dilediğince, bir havalarda bir pozlarda takılma, doğal ol, esnek ol, kasılma! Sıktın içimi, boğdun beni kalıplarında. Bir de ne şanslı hatunsun aslında bir yandan da, hayat sürekli güzel yaşama fırsatları çıkarmış da karşına sen böyle baymayı seçmişsin kendini de beni de! Şu kitap biter bitmez acilen önce jinekoloğuna gidip bir hormon tedavisine başla, sonra da bir psikolog bul kendine rica ediyorum. Bu işleri halletmeden de ne kocanın ne çocuklarının ne de aşığının yanına bile yaklaşma, ömürlerini tüketme, yazıktır, günahtır. Özetimi beğenmişsinizdir umarım.:)
Bir Cumhuriyet kadını olan ve kısa bir süre önce kaybettiğimiz Peride Celal ile ilgili bu kitapın da en sevdiğim tarafı dönemle ve dönemin düşünüş tarzıyla ilgili yansıttıkları. Hikaye 1960'larda geçiyor. O dönemin ilerici görüşlerini temsil eden aydın gençler, toplumsal değil insana dair tiyatro oyunları yazan ve dönemin idealist gençleri tarafından eleştirilen Salih Kırtay ve hep tuzu kuru ve geleneksel bir aile yapısında yetişmiş, aynısını da sürdürmekte diretmiş, statükocu Nuriye Hanım o dönem Türkiye'sinin farklı kesimlerine de biraz olsun ışık tutuyor. Yine de çok fazla tekrar, aynı diyalogları defalarca okumuşum gibi bir his yaratıp ara sıra fenalık geçirip "Yeteeeer!!" diye bağırmama neden olmadı değil. Hatta okurken bir yandan da kafamdan sürekli şu tokatçıya replikler yazdım diyebilirim.:)
Yine de sizi soğutmuş olmayayım tabi. Ben de Peride Celal'den soğumak niyetinde değilim ama uzun bir molaya ihtiyacım olduğu kesin. Yıllar sonra belki yeniden buluşuruz bir ağaç altında, bir şezlong üstünde kendisiyle.
Neyse, ben sıradaki tatil için kitaplarımı seçtim bile. Ya siz?
Bir Cumhuriyet kadını olan ve kısa bir süre önce kaybettiğimiz Peride Celal ile ilgili bu kitapın da en sevdiğim tarafı dönemle ve dönemin düşünüş tarzıyla ilgili yansıttıkları. Hikaye 1960'larda geçiyor. O dönemin ilerici görüşlerini temsil eden aydın gençler, toplumsal değil insana dair tiyatro oyunları yazan ve dönemin idealist gençleri tarafından eleştirilen Salih Kırtay ve hep tuzu kuru ve geleneksel bir aile yapısında yetişmiş, aynısını da sürdürmekte diretmiş, statükocu Nuriye Hanım o dönem Türkiye'sinin farklı kesimlerine de biraz olsun ışık tutuyor. Yine de çok fazla tekrar, aynı diyalogları defalarca okumuşum gibi bir his yaratıp ara sıra fenalık geçirip "Yeteeeer!!" diye bağırmama neden olmadı değil. Hatta okurken bir yandan da kafamdan sürekli şu tokatçıya replikler yazdım diyebilirim.:)
Yine de sizi soğutmuş olmayayım tabi. Ben de Peride Celal'den soğumak niyetinde değilim ama uzun bir molaya ihtiyacım olduğu kesin. Yıllar sonra belki yeniden buluşuruz bir ağaç altında, bir şezlong üstünde kendisiyle.
Neyse, ben sıradaki tatil için kitaplarımı seçtim bile. Ya siz?
2 yorum:
şuan katrdeşimin hikayesini bitirmek üzereyim tüm kitaplarını okumuş biri olarak favorim serenad dı. bu kitap için yorumlarınıza tamamiye katıldım desem yalan olmaz
Fazilet Kılıç,
Bu kadar aynı fikirdeysek, o zaman sanırım Güz Şarkısı'nı elinize bile almayacaksınız bu yazıdan sonra? ;)
Yorum Gönder