Ohrid

Artık Karadağ bitti, Makedonya sınırı içindeyiz. Akşama doğru Ohrid'ye (Ohri diye okunuyor) varıyoruz. Yorucu bir günün ardından otel odamızdan gördüğümüz göl manzarası ile toparlanıp kendimize geliyoruz. Burada yine güzellikler bekliyor gibi bizi. Şehrin tamamı ve Ohrid Gölü UNESCO koruması altında. 


Ertesi sabah keşif için hazırız. Ohrid Gölü'nün etrafındaki şehirlerden biri olan Struga'yı görüyoruz önce kısa bir turla. Burası şehir olarak illa ki görmelisiniz diyeceğim yerlerden biri değil, ama yine muhteşem göl manzaraları sunan bir konuma sahip. Göl kıyısındaki çay bahçesi, parkı, trafiğe kapalı bir alışveriş ve yeme-içme caddesiyle küçük bir tatil kasabası havasında. Denizden 700 metre yükseklikte ve en derin yeri 280 metre, ortalama derinliği ise 150 metre olan gölün suyunun tertemiz ve berrak yapısını en güzel görebileceğiniz yerlerden birindeyiz. Daha yüksekteki Presba Gölü'nden, nehirlerden ve yeraltı su kaynaklarından beslenen gölün suyunun temizliği dillere destan. Merkezdeki çay bahçesinin önündeki köprüden göl manzarası: 


Burada yarım saatlik bir mola verdikten sonra göl kıyısındaki en büyük şehir olan Ohrid'ye gidiyoruz. Burası da tatil için daha çok tercih edilen ve sezonun bittiği yerlerden biri. Yazın daha canlıymış tahmin edersiniz ki. Bir süre Osmanlı egemenliği altında da kalan bu güzel kentte pek çok cami ve Makedon devleti kurucusu Çar Samoil'in yaptırttığı yüzlerce kiliseden geri kalan kırk kilise bulunuyor. Şehrin en önemli tarihi yapısı M.Ö. 3. yy.'dan kalma amfitiyatro denebilir.Romalılar döneminde arena olarak da kullanılmış olan bu tarihi yapı günümüzde de konser, tiyatro, vs gibi sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyormuş. 


Arnavut kaldırımlı inişli çıkışlı yollarda gezinirken yine bir Kale içinde olduğumuzu unutmayalım bu arada. O yüzden şehrin bazı yerlerinde giriş kapılarını görmeniz mümkün. Onun dışında Osmanlı esintileri taşıyan evler (Safranbolu ve Eskişehir Odun Pazarı tarzı evler) ve hemen her yerde bir kilise görmeniz de mümkün. Kiliselerin girişlerinde genellikle o sıralar ölmüş olan kişilerin ölüm ilanları bulunuyor. 


Şehrin en büyük kiliselerinden biri de göle tepeden bakan konumuyla Aziz Kliment Kilisesi. Osmanlı döneminde Ayasofya Kilisesi camiye dönüştürülünce burası da katedrale dönüştürülerek psikoposluk merkezi haline gelmiş. Neyse, bırakalım bunları da manzaraya bakalım. Çok huzurlu bir şehir değil mi? 


Ohrid limanının olduğu yerde bulunan parkta Slavların ilk kullandıkları alfabe olan Kiril alfabesini bulan Cyril ve Methodius'un büstlerini görmek mümkün. (Diğer yanlarındaki büstler de onların hocaları mıydı hatırlamıyorum, yanlış bilgi vermeyeyim.) Meydandaki dev heykel ise onların en iyi öğrencilerinden olan ve Ohrid'de ilk Edebiyat Okulu'nun kurucusu Aziz Clement'in heykeli. Sol koluyla Ohrid şehrini sarmalamış. Hemen altta sağda yüzyıllar görmüş geçirmiş çınar ağacı var. 900 yıllık olduğu söyleniyor. Şehrin tarihine tanıklık etmiş bu koca çınar buradakiler için de bir tür buluşma yeri. Bu arada sağ altta gördüğünüz sokak çarşının ana caddesi. Çınar bir ucu, Aziz Clement heykeli ise göl kıyısındaki diğer ucu. Burada bir tur atabilir, Ohrid incisi alabilir, işiniz bitince de tekne turu ile gölü gezebilirsiniz. 


Şehirde görmeniz gereken yerlerden biri de el yapımı kağıt üretim ve baskı atölyesi. Şehir müzesinin hemen yanında yer alan bu atölyede tamamen geleneksel yöntemlerle yapılan baskının ve kağıdın yapılışını izleyebilir, kendinize ya da hediyelik olarak Ohrid'nin taş sokaklarının ve geleneksel evlerinin yer aldığı baskılardan alabilirsiniz.  


Ne yer, ne içeriz diyorsanız bence burada Ohrid Gölü'nden çıkan yılan balığını ya da alabalığı denemelisiniz. Bunun için önerebileceğim restoran ise Damar. Burada iki farklı yılanbalığı tabağı söyledik ve bayıla bayıla da mideye indirdik.Gerçi yerken iyiydi ama sonrasında porsiyonlar gayet normal olmasına rağmen biraz fazla yağlı olduğunu ve ağır geldiğini fark ettik. Yine de güzel bir restoran, servisi iyi, bahçesi var. Ve önerdikleri beyaz ev şarabı harikaydı. 

   
Ama sezonu kapatmış Ohrid şehrinde hatırladığım en keyifli wine&dine deneyimi Poton olacak. Genç bir çiftin işlettiği bu şirin ötesi, birkaç masalık, minicik wine&prosciutto barın ortamına, çalan müziklere, servisine, şaraplarına bayıldık. O gün aradığımız  böylesine huzurlu bir ortamda şarap ve sohbetti. Kaç saat orada oturduk, kaç kadeh şarap içtik, kaç şarkıda kendimizden geçtik bilmiyorum. Ama serotonin seviyemin tavan yaptığı gecelerden biriydi. Turdan insanlardan önümüzden geçenlere el sallayıp dekor olmadığımızı fark ettirdikten sonra attıkları kahkahalar görülmeye değerdi. Biz orada pencereden görünen iki kafa olarak bir nevi magnet falan gibi görünüyormuşuz o gece. O yüzden fotoğrafımızı çekmek isteyen de çok oldu. Sağ olsunlar iyi ki de çekmişler. Bu keyifli geceden kalma bir anımız oldu.:) Giderseniz mutlaka uğrayın buraya, benim için de bir kadeh şarap için mutlaka. 


Yarın yine yollara düşüyoruz. Gezinin en sevdiğim duraklarından biri olan Ohrid'den ayrılma zamanı. Sırasıyla Resne, Manastır ve Üsküp'e uğrayacağız. Üsküp'te bir gece kalıp, ertesi gün İstanbul'a döneceğiz. Yani anlayacağınız bir gezi yazısı dizisinin daha sonuna gelmek üzereyiz. Yani benim için gezinin gerçekten bittiği ana. İşte şimdi bir hüzün çöktü içime. Bu hüzünden kurtulmak için gitsek gitsek nereye gitsek diye düşünme zamanı! :)

3 yorum:

Mehmet Bilgehan Merki dedi ki...

Ohrid'de balığı aynı restoranda yemişiz. Yılanbalığı biraz kuru fakat yemek çok doyurucu idi. St. Naum'a gitmediniz galiba. Manastır yorumunuzu bekliyorum. Haziran'da Makedonya'ya tekrar gidiyorum.

morfea dedi ki...

Ben de Prizren'e giderken Ohrid'de birkaç saat gezme fırsatı bulmuştum. Gerçekten çok güzel bir doğası var...

Bitola'ya uğramanızı da tavsiye ederim. sevgiler...

Imge dedi ki...

Mehmet Bilgehan Merki,

Manastır yazısı geldi bile.. Az önce yayınladım. Bu arada St. Naum'a gitmedik, doğrudur. Ve sizin adınıza şimdiden sevindim, ne güzel Haziran'da yeniden gidiyor olmanız.

Ayrıca not: sayenizde Endülüs'ü yeniden geziyorum, teşekkürler.:)

morfea,

Bugün Bitola yazısı blogda. :)

Sevgiler.