Hafta sonu yaklaşırken neler yapabileceğinize dair kısa kısa notlardan oluşan bir post hazırladım size. Umarım beğenirsiniz.
* Öncelikle 21 Ocak-9 Şubat arasında Zorlu PSM'de sahnelenecek olan Cats müzikali için daha fazla sallanmayın lütfen! Özellikle iyi kategorilerdeki biletlerin çok çabuk tükendiğini unutmayın.
* Zorlu PSM'ye bilet almaya gitmişken hemen sağındaki İlker Canikli'nin More is Less adlı mini sergisine de göz atın derim. 10 dakikanızı alacak en fazla, ama ilginç çalışmalar var. Ve bu hafta sonu sona eriyor.
* Eataly'de yemek yemedik henüz ama gezdik ve adeta çılgına döndük içinde. Sanırım yemeğe gitmeyi tercih etmem ama eve şarap, peynir, ev yapımı makarna, sos, vs alışverişi için on numara beş yıldız bir yer olmuş. Bayıldım! Mutlaka görün.
* İstanbul Modern'de yeni Komşular sergisi başladı. Gidip bilahare yazacağım. Orayı tercih ederseniz çıkışta Karaköy Mums Cafe'yi deneyebilirsiniz. Karaköy'de açılan yerlere yetişmek mümkün değil biliyorsunuz. O yüzden bir süredir adını duyduğumuz bu cafeye ben de bu hafta başı Dilara ile birlikte ilk kez gittim ve çok sevdim. Minik ve leziz menüsü, sıcacık ve şirin ortamı, duvarlarda gözümüze çarpan özlü sözleriyle (:P) kendisine tam not verdik. Deneyin.
* Doğum günü yaklaşanlar çıkışta Selda Okutan'a uğrayın. Kimden ne gibi hediyeler isteyebileceğinizi düşünün. İsooo, bir ara birlikte de gideriz değil mi? ;)
* Sahilde yürüyüş yapmak isteyenler parmağını kaldırsın. Eveet, sizi kahvaltı sonrasında Boğaz kıyısına alıyor ve turunuzu Rumelihisarı'ndan başlatıyoruz. Kahve molanız için de Bebek'teki Cup of Joy'a bekleniyorsunuz. Ne şeker yermiş orası öyle, bayıldım. Şimdiye kadar adını bile duymamıştım ki Çarşamba günü Deniz ve Güneş Bebek ile uzun bir sahil yürüyüşü sırasında Deniz'in önerisiyle kahve molası olarak burayı tercih ettik. Kahvelerinin tadını San Francisco'da mutlaka deneyin diye önerdikleri o nefis Blue Bottle'ınkilere benzettim. Pasajın içinde minik ve şirin bir yer. Adı üstünde, kahvelerinden neşe yayılıyor.:) Mekanın fotoğrafını Facebook sayfalarından aşırdım, ama diğerleri bizim fotoğraflarımız elbette.
* Nişantaşı Cookshop'ta arkadaşınızla buluşabilir, sağlıklı bir yemek yiyebilir, sonra biraz vitrinlere bakarak sokaklarda yürüyebilir veya alışveriş yapabilir, olmazsa olmaz Mudo Concept'e uğrayabilir (yeni haline ısınamadım ama eski kitap şeklinde kutular gelmiş bir sürü, onlarda gözüm kaldı. Bir de neden benim vizon rengi çorabım parlak ten rengi gibi çıkmış? Aynalarına da gıcık oldum bak şimdi!), sonra Sofa Otel'in Spa'sında kendinizi şımartabilirsiniz. (Bkz. dün Nazire ile buluşma.) Daha önce uzun uzun yazdığım için tekrar yazmıyorum. Şimdiye kadar en uzun soluklu kullandığım yer oldu burası. Hem güler yüzlü hizmetlerinden hem masaj terapistlerinden hem de yerinin bana uygunluğu ve temizliğinden çok memnunum (çıkınca dağılmış ve mayışmış halimden belli oluyor mu? :) ) Daha önce de yazmıştım, çok güzel çoklu paketleri de var. Arayıp bilgi alabilirsiniz. 0-212-368 18 18.
* Evde film izlemek isteyenleri de unutmadım elbette. Bu hafta izlediklerimiz arasından önereceklerim şunlar. Digitürk film paketi olanlar Audrey Hepburn klasiklerinden Breakfast at Tiffany's sürekli gözüme takılıyor. İzlemediyseniz ya da tekrar izlemek isterseniz kaçırmayın derim. O filmdeki karakterini sinir bozucu bulsam da güzelliğini hayran hayran izlemeden edemiyorum her gördüğümde.
Adore harika bir film. Belki de bizi Avustralya'da okyanus kıyısında harika bir yaşama dahil ettiği içindir. Orta yaşlarda birbirlerine dost ve komşu iki anne (Naomi Watts ve Robin Wright) ve aynı şekilde iyi anlaşan yakışıklı oğullarının yaşamlarına konuk oluyoruz. Daha ilk sahnelerde tam da İso'nun "Birbirine bu kadar niyetli bir dörtlü daha görmedim" demesiyle birlikte niyetler açığa çıkıyor. :) Yaş farkı, topluma uygunluk, etik anlamda doğruluk, vs gibi kaygıların mı yoksa aşkın mı ağır basacağını izleyip görün derim. Ben çok sevdim.
Üçüncü film önerim de Ashes olacak. 2012 yapımı bu filmde ilerlemiş Alzheimer hastalığından dolayı hastaneye yatırılmış olan bir baba ve onu çıkarıp eve götürmenin bir yolunu bulmak üzere yıllar sonra ortaya çıkan oğlu ile tanışıyoruz. Babanın hastalığı tehlikeli boyutlarda, o yüzden çıkmasına izin yok. Ama oğlu babasının kendisine ve çevresine verdiği her türlü zarara rağmen, ne pahasına olursa olsun onu çıkarıyor ve uzun bir eve dönüş yolculuğu başlıyor. Bu dönüş macerası sırasında başlarına o kadar çok şey geliyor ki "deli mi bu çocuk? niye bu kadar hasta bir adamı dışarı çıkardı ki?" diyor, zaman zaman filmin inandırıcılıktan uzaklaştığını bile düşünüyorsunuz. Ama sabredin, her şeyin bir nedeni olduğunu en sonlara doğru anlayacaksınız. Ve o zaman aklınızdaki soru işaretleri de havada asılı kalmayıp, yerlerine cuk oturacaklar. Hasta baba rolündeki Ray Winstone çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş. Etkileyici bir film. Öneririm.
Ee, öneriler fena değil, daha ne olsun değil mi, sevgili okur?
İtinayla hafta sonumuzun tadını çıkarmak kalıyor bizlere.
Yapalım öyleyse! ;)
3 yorum:
öyle güzel tüyolar veriyorsun ki istanbula hemen gelesim var. sofa oteli ciddi ciddi düşünüyorum bakalım :)
Daha ne olsun ;) Eataly ,Karakoy Mums Cafe ve Mudo Concept'i listeme aldim, tesekkurler oneriler icin..Keyifli gecsin haftasonunuz <3
Buket,
Hemen gel, pişman olmazsın! :)
Ayfer,
Ben teşekkür ederim..:) Güzel bir hafta sonu, daha da güzel bir hafta olsun hepimiz için..
Sevgiler..
Yorum Gönder