Bu kez kahvaltıyı La Boulange'da yapıyoruz. Bu zincirin de pek çok yerde şubesi var. Biz, bizim otele yakın olan iki tanesinden daha yakın ama daha küçük ve büfemsi olanına gidiyoruz. Pratik ve hızlı bir kahvaltı için yeter diye düşünüyoruz. Büyüklerinin ortamı daha keyifli ama aklınızda olsun. Kahveler yine bir harika, sandviçler pek sağlıklı, benim gibi kahvaltıda daha zararlı şeyleri tercih edenler için de kek, poğaça, vs tarzı alternatifleri çok lezzetli. Önerilir.
Şimdi şehrin renkli bölgelerinden birkaçına uğrayacağız. İlk durak şehrin bohem semtlerinden Mission District. Sanat galerileri, dükkanlari, şirin pizzeriaları, tapas barları ve çeşitli restoranlarıyla capcanlı bir yer burası. Şehrin en eski binası olan Mission Dolores Kilisesi ve parkı da burada yer alıyor (ki gördüğünüz üzere kilise merakım had safhada olsa gerek, fotoğrafını bile çekmemişim :) )! Benim burada en merak ettiğim yer sokak sanatı örnekleriyle dolu minik bir ara sokak niteliğindeki Clairon Alley'di. İşte sokağın her iki yanındaki duvarlardan sizler için seçtiğim örnekler ve İso'cumdan aldığım intikam! Nasıl? Sen benim fotoğraflarımı titrek çekersen ben de böyle yaparım işte. Hem de blog benim, yayınladım gitti..:) "Evet canım evet, şimdi oldu, fili seviyor gibi görünüyorsun, harika, çekiyoruuum!" :)
Burada merak ettiğim diğer iki durak ise Dilara'nın önerilerinden Delfina adlı İtalyan ve Bi-Rite Creamery'ydi. Orada olduğumuz saat itibariyle pizza yiyecek durumda olmadığımız için sadece Bi-Rite'ı deneyebildik. Diğeri içimde kalmadı değil. Ama dondurmaları görür görmez hemen bu içimdeki ukdeyi bir kenara bırakıp bu birbirinden değişik seçenekler arasından hangilerini seçsem diye düşünmeye başladım. Şöyle çeşitler var sevgili okur: roasted banana, salted caramel, balsamic strawberry, brown sugar with ginger caramel swirl... Ya niye hayatımızı zorlaştırıyorsunuz ki? Biz hem meraklı hem de kararsız alıcılarız! :) Neyse, seçtiğimiz her şeyden çok memnun kalarak yolumuza devam ediyoruz. Ama bence siz Delfina çıkışında yiyin dondurmanızı.
Sırada Castro bölgesi var. Burası için gay semti de diyebiliriz. Amerika'da en çok eşcinselin yaşadığı bölge burası. Hiç bilmeden gitseniz bile her yerdeki gök kuşağı bayraklarından ve sokaklarda meraklı gözlerle dolaşan tek tük hetero çiftlerden biri olarak asıl size tuhaf tuhaf bakan gözlerden de durumu anlıyorsunuz. :) Kadın ya da erkek gay çiftlerin el ele sokaklarda yürüdükleri, barlarda takıldıkları, HIV aşılarınızı ve düzenli kontrollerinizi unutmayın uyarılarının göze çarptığı, kendine has ve hoş bir stili olan güzel evlerin ve mekanların yer aldığı bir semt. Yaşam tarzına saygıda, özgür ve hoşgörülü bakışta son nokta! Milk filminden de hatırlarsınız: San Francisco 1970lerde gay hakları hareketinin merkezi oluyor. İşte o zamanlardan itibaren de The Castro bir gay belediyesi oluyor. Ama fazla kalamıyoruz burada. İso'cum tam da beğendiği bir ayakkabı modeline bakarken yanımıza gelen gay satış elemanının kaşkoluna dokunup, "Oh, I have a similar one, I like your style, you have such a good taste!" demesi bizim burada suyumuzun ısındığını gösteriyor. Ve o andan itibaren İso'cum elime sımsıkı yapışıyor ve artık sıradaki durağa gitsek mi, demeye başlıyor. ;)
Sıradaki durak şehirdeki en sevdiğim semtlerden biri oldu diyebilirim. Haight-Ashbury'deyiz bu kez. 60 kuşağı çiçek çocuklarının, hippi ruhunun merkezi olmuş, hatta 1967'de Summer of Love hareketi ile tavan yapmış bir semt burası. (Golden Gate Park turundan sonra doğrudan buraya devam edebilirsiniz. Sonra da Buena Vista Park yanından The Castro'ya ve The Mission'a. Yazıdaki sıralama tam tersi olsa da aslında gezme sıralamamız böyle olmuştu diye hatırladım şimdi). Birbirinden renkli dükkanlar ve cafeler var yine sokakları boyunca sıralanmış. Buradaki ikinci el ve vintage dükkanlarını didiklemenizi kesinlikle öneriyorum. XGenereation, Ambiance ve Wasteland favorilerim oldu. Sokaklarda dükkanlar dışında da dikkatinizi çekecek bir sürü güzellik bulacağınızı garanti ediyorum. Çok keyifli bir semt.
Sanki bu şehirde yaşasaydım bu bölgede yaşamayı isteyebilirdim diye de düşündüm gezerken. Ana caddelere çıkan sokaklardaki sıra sıra dizilmiş evler aşağıda gördüğünüz şirinlikte. Bayıldım! Şu sol üst köşedeki fotoğrafta gördüğünüz evlerin güneş alan çatı katı dublekslerinden birinde yaşasam mesela. Aah ah!
Neyse, hayaller karın doyurmuyor, ama karnımızın da doyması lazım değil mi? ;) O zaman Bambi'nin önerilerinden biri olan Cha Cha Cha'ya oturabiliriz. Oturur oturmaz ilk iş telefonlardan Yelp'e ve Foursquare'e bakıp midemizi yorumların götürdüğü yere götürmek oluyor. O sırada buz gibi biralar söylenmiş, buz dolu bardaklarda ikram edilen (ve gezi boyunca her yerde sizden önce hazır olacak ve sizi sudan soğutacak!) sularınız masaya gelmiş oluyor.
Biz dört adet tapas seçip bölüşmeye karar verdik ve bir kısmı kaldı. Üçle başlayın, doymazsanız ilave edin derim. Kızarmış Kalamar ve Cheese Quesadilla çok başarılıydı. Cajun Shrimp herkesten çok övgü toplamıştı ama ben pek bayılmadım açıkçası. Fried Platanos Madurosu da beklentisiz denedik ve pek sevdik.:) Kızartılmış tatlı muz, siyah fasulye ve ekşi sos ile servis ediliyor. Latin esintileri içinde öğle yemeği ya da atıştırması için önereceğim bir yer burası.
Sırada üç semt daha var. Sonrasında günübirlik bir turumuz var. Sonra ise bu harika şehre veda etme zamanı gelecek. Neyse, aklımıza veda zamanını getirmeyelim şimdi, gezmeye devam!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder