Tiyatro: Evim! Güzel Evim! ve Vakti Geldi

Haftaya iki güzel tiyatro oyunu ile başlayalım. Birbirlerinden çok farklı öyküler olsalar da bu iki oyunun ortak bir noktası var: kadına şiddete dikkat çekmek. 

İlki: Evim! Güzel Evim! İKSV Salon'da izlediğimiz bu aile öyküsünün yazarını çok iyi tanıyoruz. Geçen sezonun en sevdiğim oyunlarından biri olan (ve sanırım hâlâ sahneleniyor, izlemediyseniz kaçırmayın) Sumru Yavrucuk'un tek kişilik oyunu Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi'nin yazarı Ebru Nihan Celkan. Onun elinden çıktığı belli olan, vurucu bir aile hikayesi bu. Yönetmeni de Ebru Nihan Celkan. Dört oyuncudan en çok dikkat çekeni ise elbette uzun bir aradan sonra Bulutiyatro'nun  bu oyunuyla sahneye dönen ve yeni kuşak tiyatrocularla sahneyi paylaşan deneyimli oyuncu Füsun Demirel. Yine vefakar, cefakar, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyen ya da kol kırılsa da yen içinde kalmalı fikrine inanan, toplumumuzda sık rastladığımız türden bir ev kadını. İki kızı var. Biri daha dışa dönük, fırlama; diğeri daha oturmuş, sakin ve sorumluluk sahibi. Her ikisi de annelerinin ve kendilerinin yıllardır yaşadıkları fiziksel ve ruhsal şiddetten yılmış haldeler. Kalbi kırık çocuklar olarak evden kaçmanın bir yolunu bulmuş sayılırlar (elbette ruhlarındaki travmadan kaçmaları mümkün değil)  ve annelerini de kaçırma derdindeler. Evin içinde olsa da aslında kendisinin dışındaki üç kişinin yaşamının ve sevgi çemberinin tamamen dışında olan baba karakteri var oyunda tahmin edebileceğiniz üzere. Yıllar içinde yarattığı baskıdan dolayı kadını sevdiği uğraşları yapmaktan, dışarı çıkmaktan, dostlarından, sevdiği bir sürü şeyden alıkoyarak köreltmiş, kızları çocukluklarından itibaren kendinden uzaklaştırmış. İşte böyle bir ailenin öyküsüne tanıklık ediyoruz bu oyunda. 

Dediğim gibi hikaye çok başarılı. Oyunculuklar da öyle. Anne ve kızların hem ayrı ayrı hem de bir aradaki doğallığı inanılmaz. Çok gerçek tipler onlar. Daha fırlama olan küçük kardeşi canlandıran Özge Ertem'e biraz daha torpil geçeceğim, çok kanım ısındı kendisine.:) Dekordaki iki kırmızı koltuk ile babanın soyutlanması, ailenin içinden biri olmadığının gösterilmesi fikri iyi düşünülmüş. Tek perdelik ve yaklaşık 1,5 saatlik bu oyunu çok sevdim. Özgürlükler konusunda "elini verirsen kolunu kaptırırsın", şiddet ve baskı konusunda da "tokata ses çıkarmazsan bir zaman sonra mutlaka hastanelik olursun" diye düşünen bendenizi destekleyen bir bakış açısını gördüğüme de çok sevindim. Mutlaka izleyin. Biletler Biletix'ten ya da gişeden temin edilebilir.

Bahsedeceğim ikinci oyun ise Şehir Tiyatroları'nın Vakti Geldi adlı oyunu. Yine genç bir yazar, Gökhan Eraslan, tarafından yazılmış bu oyunda da dört oyuncu var. Bunların üçü zamanında bir kadına şiddet vakasında suç ortaklığı yapmış eski dostlar. Şu an ayrı tellerden çalıyorlar, ama ortak bir noktaları da yok değil. Hepsi de yolunu bulmayı becermiş, "işini bilen", devrin adamları. Ve hepsi de yaklaşan seçimlerde belediye başkanlığına aday! Eh, o zaman artık güncel yaşananlardan da tahmin edebileceğiniz üzere o eski suç ortaklıklarının gün yüzüne çıkma zamanı gelmiş demektir, değil mi? Bu kez karşı grupların şantajı gibi bir durum yok ama ortada. Kişisel çıkarıyla ilgili önlerine çıkan biri de yok. Gencecik bir kız var karşılarında. Kocaman, hepsi bir yerlere gelmiş (nasıl olduğunun önemi pek yoktur bizde, bilirsiniz), kerli ferli adamlara tokat gibi bir dürüstlük ve vicdan dersi vermeye gelmiş gencecik bir kız... 

Naşit Özcan'ın yönettiği bu tek perdelik oyun, yer yer durağan bir tempoya bürünmesine ve doğallığını kaybetmesine rağmen izlenebilir. Ama uzun zamandır da "Vay canına, harikaydı!" dediğim ve unutulmazlar arasına girecek kadar etkilendiğim bir Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları oyunuyla karşılaşmadığımı söylemeliyim. Küçük, dinamik ve genç  tiyatro gruplarının yaptıkları daha modern, güncel konulara farklı bir tarzla yaklaşan, alternatif özel tiyatrolara çok alıştığımızdan mıdır nedir Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları'nın oyunlarını eskisi kadar takip etmez, gittiğimde de eskisi kadar keyif almaz oldum. Ya da belki de onların bir yenilenmeye, zaten fazla ilgi görmeyen tiyatroya ilgiyi artıracak oyunlar seçmeye ihtiyaçları vardır. Ya da artık sadece birbirimizden elektrik alamıyor olabiliriz, medeni şekilde ayrılıp başkalarıyla hayatlarımıza devam etmemiz gerekiyordur. ;) Sebep ne olursa olsun benim için "tiyatro candır" gerçeğini değiştirmez. En sevmediğim, sıkıldığım oyunun bile bana bir katkısı olduğuna inanırım (ki bu oyun kesinlikle onlardan  biri değildi). Ve kredisi çok yüksektir bende, ne olursa olsun bir şans daha vermeye devam ederim. Siz de yapın, öneririm. 

İyi seyirler...

2 yorum:

Derdest fikirler dedi ki...

Merhaba blogunuzu çok beğendim. Sizi takibe aldım. Sizinki kadar zengin içerikli olmasa da bloğumu incelerseniz sevinirim. http://derdestfikirler.blogspot.com.tr/

Imge dedi ki...

Fatoş Kesici,

Çok teşekkürler. En kısa zamanda inceleyeceğim blogunuzu..
Sevgiler.