Marsilya

Bir önceki yazımda gezimize Marsilya'dan başladığımızdan bahsetmiştim. Öğlen bavullarımızı otelimize bırakıp düştük yollara. Yürüyerek on beş dakika içinde şehir merkezindeydik. Şehir merkezi dediğim yer aslında kısaca Old Port (yani Vieux Port, yani Eski Liman). Efsaneye göre Marsilya'nın 2600 yıl önce Yunanlı denizci Protis ile Ligurialı prenses Gyptis'in yaşadıkları aşk ilişkisinden doğduğu varsayılıyor. Bu aşk çocuğunun da kalbi işte bu liman bölgesinde atıyor. 


Bir koy oluşturan bu limanın iki kıyısından manzaralar yukarıda. Koyun birleştiği yerde de bir dönmedolap var. Zaten şehrin ortasında atlıkarınca ya da dönmedolap gördüğünüz yerde anlayın ki ecnebi bir memlekettesiniz.:P 

Limanın çevresinde hem ana caddede hem de ara sokaklarda bir sürü restoran, kafe ve pub bulunuyor. Keyifli ve canlı bir bölge. Kıyılarının da bir ucunda 13. yy'dan kalma Saint-Jean Kalesi, diğer ucunda ise 14. Louis'nin halk isyanlarını bastırmak ve hatta halkı isyan fikrinden caydırmak için 17. yy'da yaptırdığı Saint-Nicholas Kalesi bulunuyor. Her ikisini de gezmedik. 

Şehrin alışveriş bölgesi Panier District. Ne alırım diye sorarsanız, yanıtı sabun! Provence bölgesindeki Marsilya'nın sabunları, kumaş kokuları, kolonyaları, losyonları, vs meşhur. Ve gerçekten de inanılmaz güzel ve yoğun kokuları var.    

Şehrin elbette bir Belediye Binası (Hotel de Ville) ve Opera Binası da mevcut. (Uzatmaya çalışıyorum, farkında mısınız? Çünkü yapılacak şeyler neredeyse bitmek üzere.;) )



Şehirde bence Eski Liman ile birlikte görülmesi gereken en önemli yer Notre Dame de la Garde Bazilikası. Şehrin tepesinden meydan okuyan ve otelimizin penceresinden bile görünen bu muhteşem yapıya giden otobüsler var (60 no'lu otobüs). Ama biz etrafı açık turist treniyle gitmeyi tercih ettik. Ne bileyim, gözümüze pek şirin geldi. Hop on- hop off otobüslere bile hayatında binmemiş bir çift olarak ilk kez böyle bir şey yapıyoruz. :) Belediye Binası'nın karşısında bu trenin durağını göreceksiniz. Ve hazırsanız harika manzaralar eşliğinde tırmanışa geçiyoruz. 


Marsilya'Roma İmparatoru V. Charles'a karşı korumak için 1524'te I. François tarafından yaptırılan Garde Kalesi'nin kalıntıları üzerine 1864'te inşa edilen bu muazzam bazilikanın deniz seviyesinden yüksekliği 149 metreymiş. Aslında kaleden de önce orada 1214 yılında kurulan minik bir şapel varmış. Denizcilerin eşleri oraya gider ve kocalarının sağ salim denizden dönmeleri için adaklarda bulunurlarmış. Yapının en tepesine sonradan eklenen ve Christofle sponsorluğundaki altın yapraklarla kaplanmış Meryem Ana ve İsa heykeli yaklaşık 10 metre yüksekliğinde ve 4,5 ton ağırlığındaymış. Marsilyalılar bu bazilikaya "koruyucu annemiz" diyorlarmış. Tepede öyle bir rüzgar vardı ki anlatamam. Martıların rüzgardan korunarak yatış biçimlerine bakar mısınız? :)


Evet, işte şehir bitti. Elbette gezmeye kalksanız bir sürü müze, dükkan, kale, saray, ara sokak, vs bulursunuz. Longchamp Sarayı ve Panier District gezilebilirdi mesela ama (daha çok Arnavut kaldırımlı Old Town göreceğiz diye pas geçtik doğrusu). açıkçası bizim bir buçuk günlük turumuzun şehre ayırdığımız kısmı bu kadardı. Artık yeme-içme zamanı!

Neler yedik?

Marsilya'nın en önemli yemeği buldukları her çeşit balığı içine doldurdukları ve baharatlı (ama çok üzgünüm bulaşık suyu gibi görünen) bir suyla pişirdikleri bir tür balık çorbası olan bouillabaisse. Ben normalde bile güzelim balığın çorba yapılmasına karşı olduğum için bununla hiç işim olmaz demiştim zaten. Ama İso'cum elbette denedi. Bana da bir kaşık verdi ve kararımın doğru olduğuna bir kez daha emin oldum! :) Ben de paşa paşa etimle ve patates kızartmalarımla mutlu mesut saatler yaşadım. Restoranlarla dolu sokaktaki en dolu, en Fransız yoğun yer olan L'Ecallier'i tercih ettik ve memnun ayrıldık. Ama gezinin geri kalanında yediklerimizle kıyaslayınca gayet ortalamaydı diyebilirim. 


Onun dışında Marsilya'da ve Eski Liman çevresinde olduğumuz zamanları genellikle The Queen Victoria Pub'da geçirdik desem? Ah, bu bizim İngiliz ruhumuz! ;) Ama bahçesi en keyifli görünen pub oydu, n'apalım. "Getir evladım bize oradan biraz zeytin... İkinci biralarla midye alalım... İçimiz kazındı, ustaya söyle üçüncüyle de bize biraz patates kızartıversin..." :P


Neyse efendim, benim Marsilya ile ilgili anlatacaklarım bu kadar (beklentim de bu kadardı zaten). Görmeseniz bir şey kaybetmeyeceğiniz güzellikte bir şehir burası. Gördüğüm her yeni yer beni mutlu eder, o yüzden bana hepsi güzel. Ama sırf Marsilya'yı görmek için giteye değer mi bilmem. Ancak bizim gibi daha uygun bilet bulursanız ve sonrasında oradan bir sürü başka yere gidecekseniz, kısa süreli bir durak yapılabilir. Yarın kahvaltıdan sonra Aix en Provence'a gidiyoruz. Orayı daha çok sevecekmişim gibi bir his var içimde.;)

Hiç yorum yok: