Aix-en-Provence

Marsilya'daki ikinci günümüzde sabah kahvaltı sonrasında Saint Charles Garı'ndan kalkan otobüslerle Aix-en-Provence'a gittiğimizden ilk yazımda bahsetmiştim. Yarım saatte bu şirin üniversite şehrinde olduk. Şansımıza o gün hava soğuk ve yağışlıydı. Bir de üstüne Pazar olunca dükkanlar kapalı, sokaklar in cin  top oynuyor kıvamındaydı. Yine de buraya bayıldık diyebilirim. 

Otobüsten indikten sonra ilk olarak Tourism Information'ın da bulunduğu Charles de Gaulle Meydanı'na geliyorsunuz. Burada sizi harika bir çeşme karşılıyor. Fontaine de la Rotonde (aşağıda sol üst foto) çeşmesi 1860 yılında yapılmış.Üzerindeki üç heykel ise Hukuk'u (şehre dönük olan), Tarım'ı (Marsilya'ya dönük olanı) ve Sanat'ı (Avignon'a dönük olanı) temsil ediyormuş. 

Burası aynı zamanda şehrin en canlı, dükkanlar, cafe & restoranlar, 17. ve 18. yy.dan kalma yapılarla dolu Cours Mirabeau caddesinin başlangıcı da sayılıyor. Bu cadde üzerinde sürekli çeşitli pazarlar kurulurmuş (biz de birine denk geldik ve harika sabunlar -bir de makaronlar- aldık :) ).


Yukarıdaki kolajın sağ üst köşesindeki biçimsiz bir kaya parçası şeklindeki çeşmenin adı ise Fontaine d'eau Chaude. 1734'te yapılmış bu çeşmeye "yosunlu" da deniyormuş. Suyunun sıcaklığı 18 derece, çünkü Bagniers kaplıcalarından geliyormuş. Son olarak hemen onun altındaki fotoğrafta gördüğünüz ve yolun diğer ucunda yer alan Fontaine du Roi Rene'den bahsedeyim. 1819'da yapılan bu çeşmede kral, elinde Provence bölgesinde yetiştirilen bir salkım misket üzümü tutuyor. Ana caddede durum böyleyken, aşağıdaki kolajlarda yer alan ara sokaklara da belki bir göz atmak istersiniz. 


Birçok yerde kendimi film setinde gibi hissettiğim bu gezide yine aynı hissi yaşadığım yerlerden biri de burasıydı. Yağmur bile ne kadar yakışmış bu pastel tonlara, tarih kokan yapılara, yer yer onlara eşlik eden yeşillere değil mi? Aynı zamanda Cézanne'in doğduğu yer olan bu güzel şehirden onu da yad etmeden ayrılmak olmaz diyerek Musée Granet'e de uğradık. 14. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında yapılmış pek çok eseri barındıran bu müzede Cézanne dışında Rembrandt, Ingres ve daha pek çok ünlü isme rastlamak mümkün. Gerçi Cézanne bölümünün küçüklüğü beni biraz hayal kırıklığına uğratmış olsa da güzel bir müzeydi diyebilirim. Giriş 5 Euro, içeride fotoğraf çekimi yasak. 


E biz artık biraz pazar dolaşıp, sonra da yemeğimizi yemeyi düşünüyoruz. Yemeğe bize eşlik etmek isteyenleri deneyip çok sevdiğimiz Bouddoir'e bekleriz. İso'cum steak tartarı ile aşk yaşarken ben hiç de Fransız olmayan somonumla pek mutlu saatler geçirdim doğrusu. Şarabı harikaydı. Bir başlangıç bir ana yemek ve bir de tatlı seçebileceğiniz öğle menülerindeki alternatifler çok başarılıydı. Öneririm.   


Ve yavaş yavaş Marsilya'ya dönüş zamanı. Orada akşamı yine Old Port civarındaki publardan birinde geçirir, otelimize dönerken de ağız tadımızı (dondurmalı macaron, müthiş!) alır ve bavullarımızı toplarız. 


 Yarın sabah treniyle Nice'e yolculuk bizi bekliyor. Yani yeni bir şehir, yeni keşifler zamanı...;)

Hiç yorum yok: