İki Film & Bir Kitap

Hafta sonunun bilançosunu başlıkta özetleyerek aralarında en sevdiğim olan Büyük Budapeşte Oteli filmiyle anlatmaya başlıyorum. İzleyen arkadaşlarımdan çok methini duyduğum, Berlin Uluslararası Film Festivali 2014'ün açılış filmi olan ve Wes Anderson'ın yönettiği bu filmi çok sevdim. Senaryoyu da Hugo Guinness ile ortak yazan Wes Anderson'ın bu esnada Stefan Zweig'ın çalışmalarından yararlandığı belirtiliyor. Masal tadında bu filmde Jude Law, Edward Norton, Willem Dafoe, Tilda Swinton ve daha pek çok ünlü oyuncuyu göreceksiniz, ama benim canım Ralph Fiennes'im en bi baş rolde. Bu arada ünlü oyuncu bolluğu olan filmlerin hayal kırıklığı yaratma olasılığının da yüksek olmasına dair batıl düşüncemi desteklemeyen bir film olduğu için çok mutluyum. 

Hayali Zubrowka şehrinde bulunan ihtişamlı Büyük Budapeşte Oteli'nin concierge müdürü Gustave rolünde. Hepsi birbirinden zengin, yaşlı, kendine güvensiz, kibirli, yalnız ve "sarışın :)" olan düzenli müşterileri için bir vazgeçilmez olan Gustave, bir yandan da bellboy olarak işe alınan mülteci Zero'yu (Sıfır) eğitmektedir. Yalnız araya ilgilenmeleri gereken bir cenaze girer: otelin -ya da daha doğrusu Gustave'ın- yaşlı ve zengin müşterilerinden Madam D'nin şüpheli ölümü ve miras davasında Gustave'ın da adı geçmektedir. Hem de başrollerde. O zaman macera başlasın! :) Çok keyif alarak, roman okurmuş gibi izlediğimiz bu filmi sizlere de öneriyorum. Çok seveceksiniz. 

Sırada geçen haftaki Bozcaada seyahati hatırına izlediğimiz, "olsa da olur, olmasa da olur" bir film olduğunu düşündüğümüz  Bi Küçük Eylül Meselesi var. Zengin ve şımarık İstanbul kızı Eylül (Farah Zeynep Abdullah) ile Bozcaada'da münzevi bir hayat sürdüren, sosyal anlamda özürlü sayılabilecek, çirkin karikatürist Tek'in (Engin Akyürek) yaşadıkları aşkımsının hikayesi anlatılıyor filmde. (Yo dostum yoo, buna aşk mucizesi falan diyemeyeceğim!) Biraz eski Türk filmlerinin dalga geçtiğimiz klişelerine sahip bir film olsa da Bozcaada görüntüleri, Eylül'ün güzelliği ve Tek'in çirkinliğini (çirkin adam olarak başka birini bulamadınız mı yahu? Memlekette de en bol olan şey halbuki!) evde oturup izlemek zaman kaybı sayılmaz. Biraz da gözyaşlarımıza oynamış filmin  hem senaristliğini hem de yönetmenliğini yapan Kerem Deren, ama canı sağ olsun, kızmıyorum. ;) Adanın sonbaharda nasıl olabileceğine dair bir fikir verdiği için de filme ekstra bir teşekkür daha göndereyim. Canımız çekti o sükunet dolu, neredeyse insansız yaşamı desem yeridir. Bol vaktiniz varsa izleyin. 


Kitap için de çok bol vaktiniz varsa okuyun diyeceğim. Zira nasıl sonuna kadar okudum bu 680 sayfalık kitabı bilemiyorum, çünkü başından sonuna kadar "hiç sarmadı bu kitap beni" diye yorum yapmaya devam ettim. Aslında sıkıldığım bir kitabı ve filmi anında bırakmasıyla bilinen bir kişi olarak bu kitabı ısrarla sonuna kadar okumamla ilgili gizem hâlâ çözülmüş değil! D. H. Lawrence'ın Oğullar ve Sevgililer'inden bahsediyorum, sevgili okur. (Özellikle şu basımını) eline almadan önce dikkat!


İngiliz ve dünya edebiyatının en ünlü isimlerinden biri olan D.H.Lawrence'ın en başarılı romanı sayılan bu klasiği belki de çevirisi nedeniyle çok sevemedim, emin değilim. Ama ta yazlıkta annemden aldığım, Bozcaada'ya götürdüğüm ve İstanbul'da da elimde süründürdüğüm bu romanı en azından bitirmeyi başararak "okuduğum klasikler" listesine bir tık daha atabilmenin haklı gururunu yaşamaktayım. Kitapta bir madenci ailesinin yaşamına dahil oluyoruz. Dört çocuğu olan bu ailenin çekip çevireni Bayan Morel karakteri. Baba Bay Morel ise madenden bara, sonra da sarhoş olarak eve gelerek dünyadaki çilesini doldurmakla pek meşgul! Annenin oğullarına fazla düşkün olması, özellikle uzun süre yanında kalan -ve bir daha da yanından ayrılamayan- ortanca oğlu Paul'e hastalıklı ölçüde düşkünlüğünün çocuğun yetişkinlik hayatını nasıl etkilediğini üzücü  örneklerle görüyoruz. Paul, annesinin "proje çocuğu" olarak (ki en tehlikeli modellerinin erkek çocuklar olduğunu düşünürüm) ömür boyu kadınlarla kuramadığı ilişkilere, yani  bir nevi yalnızlığa mahkum ediliyor. Tabi yazar sağ olsun (biraz geç oldu sanırım bunun için) bunu öyle bir içinizi sıkarak anlatıyor ki gidip hem Paul'e hem Bayan Morel'e iki tokat atmak, Paul'ü ayrı bir ülkede iş sahibi yapmak, birkaç sene içinde evlendirmek, ancak çocukları olduktan sonra falan da annesinin elini öpmek için bir 3-5 günlüğüne yanına gitmesine izin vermek, gözlemci olarak da başında durmak istiyorsunuz! :) "Erkek anneleri, n'olur dikkatli olun. Kendini padişah sanan, yalnız ruh hastaları yetiştirmemek elinizde!" sosyal mesajımı da vererek isterseniz okuyun bu kitabı, size mani olmayayım diye ekleyeyim. 

İyi haftalar!

Hiç yorum yok: