Kasım ayının son hafta sonunu Safranbolu-Amasra gezisine ayırdık. Hem kış vakti olduğundan, hem uzaklığından, hem de maliyet avantajından dolayı turla gitmeye karar verdik. Ve doğru kararmış diye düşündük dönerken de. Çünkü yol gerçekten pek uzunmuş! Altı saatte Amasra'dan döndük. Arada siste ve yağmurda Yörük Köyü'ne ve Amasra'ya yapılan yolculuklar falan da bu kadar az günde ve tek şoför olarak zorlayıcı ve gereksiz olabilirdi. Ayrıca yapılacak aktivitelerin de limitli olduğu minik yerler buralar. Dolayısıyla birkaç saat içinde programını tamamlayabiliyorsun. Aman bir şey kaçırdım, diye dönmezsiniz bu mevsimde yani.
İlk durağımız
Safranbolu'yu tepeden izleyebileceğiniz
Hıdırlık Tepesi. 17 Aralık 1994'ten bu yana UNESCO Dünya Mirasları Listesi'nde yer alan
Safranbolu'da en görülesi şey, Osmanlı mimarisini yansıtan az katlı, ahşap panjurlu, o şirin evleri. Taş sokaklar ve bu evlerin bir aradaki uyumu ve çok güzel korunmuş olması çok hoşunuza gidecek.
Beypazarı ve biraz da
Ohrid'yi hatırlattı bana şehrin pek çok yeri. Ara sokaklarda yürümeden önce tepeden bakınca kentin iki önemli özelliğini de daha iyi görebiliyorsunuz: 1) Kanyonlardan oluşan yapısı (böylelikle kolay kolay sel baskını olmuyormuş). 2) Her evin birbirinin manzarasını kesmeyen, doğrudan önüne geçmeyen, saygılı yerleşimi.

Yukarıdan gördüğümüz ve görmediğimiz pek çok yeri gezeceğiz. Sadece şu uzaklarda gördüğünüz ve şu an
Kent Tarihi Müzesi olarak faaliyet gösteren kocaman sarı evi gezmedik.
Beypazarı'ndaki Yaşayan Müze tarzı bir yer olduğu için en azından bir benzerini gördük diyerek orayı pas geçip sokaklarda ve çarşılarda kahve & lokum molalarıyla geçirdik günümüzü. Burası
Eski Hükümet Konağı'ymış. Yakınlarında da
Saat Kulesi bulunuyor.
Safranbolu'da eski tip zanaatkarlığın hâlâ devam ettiğini göreceksiniz. Yemeniciler, demirciler, bakırcılar, minik terzi dükkanları, antikacısı, vs ile çok şirin bir çarşısı var. Ama en önemli alışveriş kalemleri lokum ve safran tabi ki. Lokum için adresiniz
İmren Lokumları olmalı. Safran ve safrandan yapılan sabun, kolonya, krem, vs gibi pek çok kozmetik ürünü satan dükkanlar arasında da tercihiniz hemen ana meydandaki
İmren Lokum'un yanındaki
Safran Çiçeği ve
Doğal Dükkan olsun.
Şehirde gezilmesi gereken iki büyük camiden biri 1661'de yapılan Köprülü Mehmet Paşa Cami. Avlusunda bulunan ve mermer üzerindeki metal plakasına düşen gölgeler sayesinde zamanı gösteren güneş saatini görmeyi unutmayın. İkinci büyük cami ise 1796'da adı üstünde İzzet Paşa tarafından yaptırılan ve içinde İzzet Paşa'nın mezarının da bulunduğu İzzet Paşa Camisi.
Köprülü Mehmet Paşa Camisi'nden çıkınca Yemeniciler Arastası'na girebilir, buradaki kahvede kömür ateşinde yapılan Türk kahvesinden içebilir, dükkanları gezebilirsiniz. Diğer camiden çıkınca da kendinizi Bakırcılar Arastası'nda bulacaksınız. Ustaların ellerinden çıkmış nefis kapı kilitleri ve kapı tokmakları burada sizleri bekler.
Ve elbette şehir gezilerinde en sevdiğim bölüm olan sokaklar arasında gezinmek burada daha da keyifli, çünkü Arnavut kaldırımı taşlar ve evler her döndüğünüz köşeyi harika bir fotoğraf karesine dönüştürüyor sizin için.
Gelelim yine geleneksel hayatı anlatan bir müzeye dönüştürülmüş olan Kaymakamlar Evi'ne. İçeride konak hayatına dair fikir sahibi olabileceğiniz şekilde döşenmiş odalar ve canlandırmalarla anlatılmış çeşitli ortamlar sizi bekliyor. Örneğin bir kına gecesi eğlencesinde kızların olduğu oda ve erkeklerin yemek yediği oda; bebeğiyle birlikte büyük geline ayrılmış oda, misafir odası ve müstakbel kayınvalidelerin müstakbel gelinlerinin pasaklılığını ölçtükleri raflar (kadının en büyük düşmanı kadındır, yiyelim birbirimizi!) ya da aslında yemek servisi için kullanılan ama arada aşk mektuplarının transferi işine de yarayan dönmedolap gibi bölümler. "Ben senin ne dolaplar çevirdiğini bilirim," sözünün buradan çıktığı söyleniyor. ;)

Sırada şu an otele dönüştürülmüş olan Cinci Han var. Burası aslında tarihi İpek Yolu üzerine kurulmuş irili ufaklı yüzlerce kervansaraydan biri. Cinci Hoca olarak bilinen Karabaşzade Hüseyin Efendi tarafından 1645 yılında yaptırılmış. 2004 yılından itibaren de aslına uygun restore edilip otel olarak işletilmeye başlanmış. İçeriyi gezebiliyorsunuz (ve gezin mutlaka). Ortasındaki avlu ve harika şehir manzaraları sunan seyir kulesi görülmeye değer.
Şehir bitti sayılır. Buraya kendiniz geliyorsanız, bu eski şehrin ruhunu yaşamak için bir konakta kalmanız önerilir genelde. Biz de bireysel gelseydik öyle yapardık. Ancak turla geldiğimiz için Bağlar Saray Otel'de kaldık. Otelin yemeklerinden, kahvaltısından, oda büyüklüğünden ve temizliğinden de gayet memnun kaldık. Sadece bizim odanın kliması biraz problemliydi ve odalarda daha ruhlu ve Safranbolu'ya özgü bir dekorasyon olabilirdi diye düşünüyorum, ama bir (ya da birkaç) gece kalmak için gayet güzel bir oteldi.
Son olarak bu müze kentte lokum dışında da bir şeyler yiyeceğiz değil mi, diye soranlara birkaç öneri. Yerel yemekler arasında mutlaka denemeniz gerekenler kuyu kebabı, bükme adı verilen bir çeşit pide, cevizli yayım denilen erişte, minnak boyutlarda yaprak sarması ve safranla renklendirilen zerde tatlısı. Şimdiden afiyet olsun.
Gezinin tamamıyla ilgili tüm fotoğraflar ve fotoğrafları kolajlar içinde değil, tek tek görebilmek için
buraya bakabilirsiniz.
Hazırsanız bundan sonraki durağımız Yörük Köyü olacak. Haydi bakalım, yola devam! ;)