Bir Cafe, Bir Film, İki Kitap

Bayram tatili dönüşü ciddi anlamda dağılmış ve neredeyse hâlâ da toparlanamamış durumdayım. Dolayısıyla iki haftadır zamanımın çoğunu evde geçirdim diyebilirim. Ama yine de Karaköy'deki 2 Cafe, yeni yer keşfi olarak haneye yazdıklarımdan. Hani BaltazarPim ve Dandin tarafına doğru geçip Tükkan'a gittiğiniz ara sokak vardır ya. Hafta sonlar Souq'un kurulduğu yer de buralardadır ama hiç cafe ya da restoran yoktur buralarda. İşte orada şirin bir cafe açılmış, adı da 2. Menüde soğuk ve sıcak çay ve kahve çeşitleri, birkaç tatlı ve birkaç da sandviç çeşidi yer alıyor. Minik bir mola için renkli ve şeker bir yer, aklınızda olsun. 


Okuduğum iki kitaba gelince ilki, kendi hayat öyküsünden yola çıkarak "marjinalliğin kitabını" yazan Henry Miller'ın Çılgın Üçlü romanıydı. Roman adeta yüksek bir kafayla yazılmış olduğu hissini uyandırdı bende. Yazarın ikinci karısı June'un lezbiyen sevgili yaparak Avrupa'ya kaçıp, bir süreliğine kendisini terk etmesinin öyküsünü yazan yazar, tutkuyla aşık olduğu karısını "ikiyüzlülükten oluşan, gerçek bir bal peteği" olarak tanımlıyor. Yazarın pek de işe yarar bir şeyler yazmadığı, karalamalarını sürekli yırtıp çöpe attığı bir dönemde, karısı ise çalıştığı barda zaman zaman müşterilerle de birlikte olarak eve ekmek -pardon içki ve uyuşturucu- getiriyorken (!) bir anda bu muhteşem düzene bağımlı, sorun küpü, ressam bir kadın daha ekleniyor. Vuhuuu! Seyreyleyin cümbüşü a dostlar! Ben şahsen Henry'nin bu ikilinin arasına bodoslama dalacağını düşünüyordum bu "geniş" bakış açısıyla ama aşık olunca işler bizim hayallerimizde yarattığımız fantezi boyutundan biraz farklı ilerliyormuş. Bir sürü sorun, kavga, kıskançlık krizi, hırçınlık, küsme ve bunalım bir ev ortamı sizi bekliyor kısaca. Okuması da pek kolay bir kitap değil, ancak birçok yerde toplumla, insanla, Amerikan kültürüyle ilgili göze çarpan nefis çıkarımlar için bile okumaya değer.   


İkinci kitap önerim ise Delice olacak. Yazarlığına biraz ön yargı ve şüpheyle yaklaştığım için Hande Altaylı'nın hiçbir kitabını almamıştım şimdiye kadar. Ama daha fazla dayanamadım, merakıma yenik düştüm ve Delice'yi okumaya karar verdim. Bir günde de bitirdim. Ve de Çakalağzı Köyü'nün ikiyüzlü, dedikoducu insanlarının hikayesini çok sevdim. Köyün çirkini Meryem ve köyün delisi Kazım'ı ayrı ayrı sevdim ve ikisi için de içim acıdı. Ama ne olursa olsun yine de en dürüst, en hissettiğini yaşayan, en tutkuyla sevmeyi bilen karakterlerin onlar olduklarını düşünerek bir yandan da tüm çektiklerine ve mevcut koşullarına rağmen helal olsun dedim ikisine de. İnanmayacaksınız ama Aliço'yu bile sevdim. Galiba en sevmediğim karakter Nurdan oldu. Ama sezgilerime güvensem de neler çevirdiğini hiç tahmin edemedim doğrusu! Sonuç olarak kolay okunan, karakterleriyle bağ kurabildiğim bir romandı bu. Diğer romanlarını da merak ettirdi bana. Hatta hafta sonu sevgili kayınpederimin biraz morale ihtiyacı olabilir diye düşünerek bir Ankara çıkartması yapmışken kayınvalidemin kitaplığından Maraz ve Kahperengi'yi de kapıp getirdim yanımda.

Aşağıdaki filmi ise St. Petersburg dönüşü uçakta izleme fırsatım oldu. Şans Ayağıma Geldi adıyla yaratıcı Türkçeleştirme yapılmış The Cobbler filmini izlememde Dustin Hoffman'ın oynadığını görmemin etkisi olsa da tavsiye ettiğimi söyleyemem. İzlemeseniz de olur, hatta daha iyi olur. ;)


Ama ne olursa olsun bu vasat filmde bile hoşuma giden, aklımda yer eden bir alıntı oldu ki bahsetmeden geçemeyeceğim. Filmde babadan oğula geçmiş ayakkabı tamirciliği mesleğini sürdüren Max'in rutin yaşamı, babasından kalma eski bir tamir makinesinin sihri ile değişir. Max, bu eski makinede tamir edilen ayakkabıları giydiğinde o ayakkabının sahibine dönüşmektedir. Ancak babasının da dediği gibi "kendini başkasının yerine koymak bir ayrıcalıktır, ama aynı zamanda önemli bir sorumluluktur da." Doğru söze ne denir der, sırf bu sözü duymak için de filmi izlemenize gerek bırakmadığım için kendimi takdir ederim. ;)

İyi haftalar!

2 yorum:

gökçe dedi ki...

güzel gibi görünen bir film hayal kırıklığı yaşatınca kötü oluyor :(

Imge dedi ki...

gökçe,

haklısın.. uçakta olmasam bırakıp kalkardım başından, tahammülüm yok gereksiz yere zaman harcamaya ama madem kemerle bağlıyız koltuğa, izlemeye devam edeyim bari dedim. ;)